Natama mp3 özel sayısı dosyasında müziğiyle bize eşlik eden Baba Zula Murat Ertel’e ve mp3 sayısında birlikte olduğumuz tüm dostların hatıralarına saygıyla, şükranla…
Etiket: Şiir
Şiir
DÜNYA İÇİN DEVRİM SAATİ
aklına nedense gelen çöl hatırlanmaz bu şiirde, unut
ulmaz da çünkü çöle girmek sadece yit-
irmekle ilgilidir kayb
olmakla
oysa bizim işimiz halkla, toparlanıp kalkmakla
bu yüzden bu şiirde çöl geçmez
büyük savaşlarda neden konuşulur ki generaller, develer ki koşarken ve katırlar ki körken
bu şiir çölden bahsetmeyecek, güneş çarpmasından
su işte orada orada bir kuyu
duydun mu adımı
yasakladı kutsal kitaplar bir daha hiç anılmayacak
kimse konuşmayacak beni oysa
içimde bir ritim, tüm halkların özgürlük marşları
uzakta çok uzakta rüyaya yatmışım da devrimden söz ediyorum çocuklara
toplanın diyorum bu
üstü
altı
yer
hepimizin.
generallerden nefret ediyorum, polis devletinden
sokağa çıkıp kavga edelim diyorum ve
merak duygumu aşırı bulmuyorum
bu çağ az Türkçe konuşurken
bir gün Arabistan’daydım, Mekkeli bir
şaire rastladım. bir şiire, iyi şiir
devrim kadar
kıymetlidir. ve sonrası çocukların taşları, sopaları
ve sonrası hayır bu çocukları öldürmeyin
ve sonrası bu kin üzer hepimizi
ve sonrası mahalle ve sokak ve meydanlar
ve sonrası patlayan bombalar
ve sonrası her taraf kan
ve sonrası naylon poşetler ve çöpçüler
ve sonrası sadece özgürlük
özür dilerim
neden yalan konuşalım şimdi
konuşurken niçin yalandan
inanıyorum her şeyin hıızzzzzzzzzz-
la niçin kötü olduğuna
ve neden ilkokulda kalkmayan parmağımın şimdi zafer için haykırdığına
korkma, söyle! bu doğan günden batan güneşe
neden inanmamız gerektiğine çocuklara ve
niçin ölebilmemize bu kadar güzelken
d
ün-
yaaa
kaaaa-
davra.
kitabına uydurulmuş bir küfür
söylenme
mii
iiş
kitabına uydurulmuş bir hiç
ne sevimli
görsen işgale direnirsin
sonra gülmek için
evin kapılarını aç, doğuya bak
görüyor musun hepimize yetecek kadar gü-
naaah!
vaaaaarrrrr
bu şiir tam da burda başlıyor sabahın ilk saatlerinde dar bir geçitte
huysuz katırların ve çocukların ayak izlerinde.
TAHTA BOŞ
bugün dünyanın tepesinden düştüm en boş’a
unutulan bütün dillerde süzülerek
düşmek büyürken unuttuğum bir şeydi bulunca sevindim yerde
babam bir balkondu annem bir ev ben bir sarmaşık
herkes kadar marifetliydim herkes kadar çocuk
herkes kadar unuturdum ve hatırlardım herkes kadar
anne beni okula göndermesene
sana bir oğul olayım bir kız çocuğu ya da
akşam sofralarında yoldaş anne babam geldi mi?
o duvarı ben yazıladım
ben kafa tuttum devlete
ben haykırdım arkadaşlara haydi haydi!
o duvar yok artık
o arkadaşlar
o devlet bile yok yerinde
düşmek boş bir ev demek
boş bir sokak, boş bir kitap
tahta boşa düşen ilk yağmur ilk gözyaşı
bugün dünyanın en tepesinde gördüm:
büyürken insan daha bi çocuk olurmuş,
düşünce sığmazmış pantolon ceplerine
Ali Aydemir
TUFANDAN SONRA
Fareler kovalandı bütün gece, çığlıkla uyandı şehir.
adalet Kötü niyetin temeliydi-Niyet Devletin.
köşelerde fareler enselendi bir dilim peynire
-suçlular cinayet mahalline döner-di.
kitap açıldı, kara’ar: fareler sürgün edildiler
ve eşref-i mahlukatın peşine düştüler;
fareler sürüldü, tıkırtılar kesildi, fareler göçtüler
yüz gün yüz gece yürüdüler mağaralardan, susmak için yurt seçtiler su kenarlarını
yazıdan önce, dil daha sesken bir çağa geçtiler.
ve bu kara günlerine şairler Tufan dediler.
Ve bir akşamleyin, ansızın şehre geri döndüler- öfkeleriyle- bilenmiş dişleriyle- kuyruklarıyla, geldiler
iyi işlenmiş cesaretleriyle
örgütlenmiş bilinçleriyle
yatışan vicdanlarıyla, döndüler- halka karıştılar- metroya, vapura bindiler, taksiye, uçağa, uzay simülatörüne- trafiğe takıldılar, ceza ödediler- yanlış adreslerde kayboldular.- Taksim’e çıktılar (eyleme dahil oldular, coplarla dövüldüler, biber gazı yuttular, bilendiler, kahrettiler.)- sinemada uyudular, kimi seanslarda öpüştüler, karartıldılar- isyan ettiler- toplandılar, konuştular, tartıştılar, bağrıştılar, dövüştüler- halka dönüştüler- halkı böldüler
Devrimdir dedi, Şairler. Fareler ilk kez yazıya geçtiler.
Ve bir geceleyin kovalandı insanlar, bir sır gibi yakıldı kitaplar,
adalet Mülk’ündü, Mülk edindiler.
köşe başlarında şairleri vurdular boş bir kâğıda
-suçlular cinayet mahallindeydi, derdest edildiler
ve hırkalarının ceplerinden başlarını göğe kaldıran farelerin hizmetine girdiler
şairler lanet ettiler, kapkara bir hayvana dönüştüler.
Ve bir sabahleyin kendi şehirlerini talan ettiler
ve Galata’da
bir delikte
anayasalarını kemirdiler.
“ ve Ece, toprak çömlekte ateşini yakan Büyücü Kadın, kendisinin bildiği ve bizim bilmediğimiz şeyi asla anlatmak istemeyecek bize”*
Ali Aydemir
*Artaud Rimbaud, Çev: Özdemir İnce
ÖLÜ KAYALAR MEZARLIĞI
ölü kayalar mezarlığında doğdum büyük bir
metropol kenti sayılırdı o zaman bile, rüzgar
nereden ve nasıl gireceğini bilerek kente hızla
aşındırırdı insan kalmaya meyilli duygularımı
bir sıkımlık canım kadar insanlığım kaldıysa
bu korkunç manzaranın bu korkunç boranın kabahatinden değil hiçbir fırtınayı yüreklendirecek gücümün olmamasından
ve bende tüm bu mezar sakinleri gibi hoşnudum bataklığımdan
sokaklar büyük küçük camiler ve katedrallerle dolu, demek sığınacağımız kutsal yerlerimiz var, demek tanrı bizi kurtaracak, demek hala onun kutsadığı insanlarız, demek her şeye rağmen seviliyoruz, bu güllük gülistanlık dünya da biz hala
iyi birer insanız, damarımda taşıdığım kan hala ilk günkü gibi saf bir kan demek bu cehennem bir cennet
tanrım var olan her şey adına seni unuttuğum için üzgünüm artık bu badem ağaçlarının altından coşkuyla akan ırmağa
aldanırım, yarın çok geç, şimdi, tıpkı bende diğerleri gibi beynimdeki tüm komplo teorilerini kendim için kullanabilirim iyi olmak var sonunda, ne cambazlık ne aymazlık yok, bir daha bu ölü kayalar mezarlığında dirilmek yok her sabah
her sabah sitem edip dünyaya onu kurtarmak derdi yok
ne mutlu bana kendi terazimde fecir oldum şimdi
şimdi ben tüm dertlerimden böylece kurtuldum
biliyorum damarımdaki kan çekiliyor bir kıyıya yavaştan
yeni taptaze bir kan nakli işte yeni bir bedene
bu kanın bu bedenin alışkanlığı bir gövdenin etrafındaki yalan sıyrılırım tüm bu yaşamışlığımdan açık saçık serilirim,
şehrin büyüttüğü ışıkla beslendim duvarlarda itiraz hakkını
kullanan nemle sonra boyuna geceleyin çıkan kadınlarla sanki onlar hep o
zaman yaşıyorlar, dilenciler, tinerciler, taksi şoförleri onlarla büyüdüm, büyüdüm işte daha nasıl söyleyeyim:
kendim için uydurduğum bu koca mezarlığın gurbeti oldum
hiçbir şeye inanmadım, ben olmazdan önce, bu kitap
yazılmazdan ve yalan keşfedilmezden önce, kendim yazıldım
bir başka türlüsü mümkün değil, bir başka söylenişi bu kelimelerin nerede yaşadımsa kaç yıl, nerede tutuldumsa hepsi budur işte tanrılar uydurdum, akarsularla yardım aklımın vadilerini
dağlarda uluyan her türlü bitkiye ve hayvana sorabilirsiniz beni nöbetçi tüm coğrafyalarda bilerek konuştum bu yalanı
yalansız bırakmadım sizi de işte, kendi izimi, kendi yaramı
anlattım
hiçbir kavimde rastlanılmayacak bu söylediklerime, kuşku
duyulur duyulmaz çünkü, yeni bir şiirin peşinden gidecek çocuklar yeni yeni yeni yeni yeni yeni yeni yeni bir yaşamın peşinden
Ali Aydemir
Ölü Kayalar Mezarlığı
ADI İLHAN BERK OLAN BİR İKİNDİNİN GÖVDE GÖSTERİSİ
• ağacının gölgesinde gizlidir kötülük
• dalında yeşeren meyve değildir
• kabaran göğsü yanılgıdır aşk için
• siz ağacı hiç çıplak seviştirmediniz
• rüya elinin iskeletinde gerinir onun
• uzun uzak görülmüştür
• kısa yakın unutmuştur tarifini
• bir yer olmalıydı hiç büyümediği
• belki kendi iblisinin bilmediği bir söz
• yontu ustası bekaretini kanattığı gece
• söz cini ilhan berk’ti
• o ne ağaçlara esin verdi
• ona ne dağlar gölgelik
• kendi kötülüğüyle yaşadı
• şimdi şiirin kötülüğünü kolluyor
• kim ölümsüzdür biliyor o!
• kimin ne zaman akşamüstü olduğunu
• inanırım, söylediği söz devam ediyor, tersine vadiler boyunca
• bakması ondan belki görülmeyen yerlere
• göbek deliğinden dünya geçiyor onun, galaksiler
• koltuk altlarında bodrum: “bir şiir, bir ağaç, bir su, bir
akşamüstü oluyor” şimdilerde
• birkaç fırçası vardır, nesnelerde suç işler, aylak bir tual örneğin
• avlusundaki şiir nehri keşfedilmemiş okyanus aramakta
• kaç şiir böyle dönmemiştir daha
• dönenler dipteki kuyularda gebe kalır yeni sözcüklere
• bu da bir dildir, bir başına maraza
• şimdi yeni bir ses için, sessizlik
Ali Aydemir
Ölü Kayalar Mezarlığı
BABA KAPISI
yüzümdeki yara ruhumdaki hırs ve çenemdeki sivilce
işte sana kalbimin kâbesi, yörüngesine sığmayan su zerreciği ben ülkemi tavaflarla dönmedim, baykuşları eylemedim sevincim belki de tek erincim sana seslenmek oldu benim
şimdi yalnız bu rötuş için bile şüpheli bir soytarıyım
tarih kanamalarıma uydurduğum yalanları
acılarımla çoğaltmasın tarih edinmesin üzerimdeki yazgıyı
sizler döndünüz de çatlaklarından toprağın geri bir ben mi kaldım öyleyse yandım öyleyse kurtuldum ben de ali diyarından
Ali Aydemir
Ölü Kayalar Mezarlığı
KIRLANGIÇ DÖNÜMÜ
istersen unutalım şimdi, bu parkın patikası nereye çıkar nereye çıkar ömrümüzün tamamlanamayan yolları, unutalım ağabey, senin davan tükenmez kalemle bile yazılmaz!
abla, senin ellerin sımsıcak, hangi ülkeden geliyorsun? istersen unutalım şimdi, istersen bütün ömrümüzü
o bir köşede duran yazılar var ya, ilk emeklemen, ilk sevincin onları da, yağmurla ıssızlaşan sokakları, onları da
boğazında düğümlenen sözlerin tanıkları var ya
onları da unutalım, utanarak, arsızlaşarak
kalbimizdeki, her türlü imaya nazar, aşkları anımsayarak
unutalım şimdi yüzümüzdeki kırışıkları
saçlarımızdaki akları, bir şeyleri ulayan cenazeleri
“hiç parketmez yasim on dokiz, faşa da mapyaydı, krapatinden tuttuğum gibi koydim iskele basinde kapayi”
diyen serserileri, unutalım şimdi
unutmak iyidir utanamamaktan, unutma utanmaktan
senin kanatlarına çarpan uzay mekiği, benim ahşamı kanatan bu yüzyıl, artık bir atlastan bir atlasa uçamazsın göz kararı ben bu göğün altında yitirdim iyi huylu düşleri, ruhumu kursağımı bölüştüm seninle, alın yazımı,
istersen unutalım ardımızda kalsın kuş ve insan ölümleri
Ali Aydemir
Ölü Kayalar Mezarlığı
GÖRDÜĞÜM DÖNGEL GÖYNEMİYOR
‘kaplumbağalar da uçar’ bahman ghobadi
göynük can suyum dimağımmış
kırılan gelinciğin ipince boynu kalbim, yeni bildim kalmam tarihi aldatır artık zamanında gideceğim aynalardan aynama gerdiğim iplerde şu mahzun cambaz niye eksiltti ruhumu, günün ve hüznün
kışın ve çamurun bir kişi daha çoğalttığı katavasya
değil bu, fahişelerin ve alkolün cömertliği hiç değil
ne bir şenlik ne ilahi bir tören
konuşmasam ya bekriye çıkardı adım ya bir zahiriye
belki ümitsizliği aradım en yalın rengi
yaşadığım sokaktan henüz geçmemiş en nazik kuzgunu
ve henüz bilmediğim bir kıyıya intihar eden en hınzır ahtapotu dünyanın en garip çocuklarını aradım okunmayan kitaplarda çünkü tarih uçurumlara devrimi haykıran kadınlar büyüttü körlere birde kuşlara inandım
su boyunca duyulmadık sesler duydum
ölü ağaçlar, sağır ebabiller, dilsiz kurbağalar
vardım mı şimdi bilemem rüyamın ardındaki mezarlığa ama böyle kara savsaklanamaz böyle soğuk
herkes bir başkasının mahallesinde erginleşirken yirmidördümde kendi ulusuma kurdum fecrisadık-ı aylaklık bütünü tamamlansın burada, meczup kadınlar dilenen erkekler, şiirine sırıtan şairler
sırtlan çığlıkları çoğaltsın üvez iştahlarını
kukla seyrinden sonra açıldı perde: b a b i l d ü ş ü y o r düşsün bırak, masal kolcuları s a y ı k l a r yalanlarımızı böyle üç beş herifin uydurduğu günahlardan
arındık yine arınırız
yatağını ve dinini beğenmeyen su için değil ya bu kutlama öfkeye birde kolsuz bacaksız çocuklara inandım
ben suların sarılacağı şeyim
ya siz,
k a p a t ı n d e n i z f e n e rl e ri n i
Ali Aydemir
Ölü Kayalar Mezarlığı
BİR DAĞIN UZAKLARI
I
bir dağ nedir bir oğul mu yoksa
iki cinayet arası tanrısını buldum dağın
it ürümez patikaları kıvrımlı
rivayet muska akacı zamanı suyla yordu suyu aşkla kargılanan zar
uzak nerden bilinmez ocak’ ı ağdı
dilim kök vermeseydi çingotuna
habersiz yeni bir günde demezdim
sırra kadem basan o çocuklar biraz dağlar
biraz kavgaya dönmesem kara hayalet dünden bugüne hasetlik etmese şiire demezdim iz sürücülerimin vaşak olduklarını oğlu arayan doğuyum, efsunlu sefir, ölüyüm hem kim diri kim hüzünlere bel
çatı katları intiharsız ne kadar çatı anladığım yok uzun zaman oldu
din kitaplarında ağrıyan dağı ben dolaştım o çocukları hep sevdim
kim dünyaya gelmek için doğar ki
kapının kirli kolu 70
yukarı
aşağı
II
külün burktuğu sırrı çürürken gördüm
bir dağın uzaklarına hangi mevsim sığınırsa cesetler o zaman gördüm tanrıyla oğlu
ölü sulara dayadım alnımı
berrak bir suyu ılıttı öfkem
bir soru vardı gözümde elimde bir bıçak
ben miydim bu dağların kengeli
ya nasıl bir şeydir
bir dağa fecrikazip görünmek
tuz yanıyor derimden bir oğul atıyor, büyüyorum geçilen dar yollar evlerin ihtiyari gölgelerinden habersiz, şimdi hangi gök fısıldar
bir sonraki ölüler kentini
hangi ağaç yalınayak bulur gölgemi, bulsun muydu bendim o dağların soyuna karışan yabani
ateşe süt sağan benekli ot
kim ne derse desin
suyun itirafını duydum suyu taşladım kızlarında oğul olmuşluğu vardır
Ali Aydemir
Ölü Kayalar Mezarlığı