Natama Nisan – Eylül 2023 birleşik sayısı olarak raflarda yerini alıyor.
Sabit Kemal Bayıldıran, Yahya Kemal’i değerlendirdiği yazı serisine “Yahya Kemal’i ‘resmi ideoloji’ açısından okumak” başlıklı yazısıyla bu sayıda devam ediyor. Bu sefer odakta Yahya Kemal’in resmi ideoloji ile ilişkisi var.
Ümit Güçlü ise şiir, şair ve şiir tarihi arasındaki ilişkiyi post-truth örneklemeleriyle “Hakikat sonrası şiir (1): Kanı sulandırmak” yazısında irdeliyor. Şairin kendi dönemi kadar şiir tarihine de eğilmesi, ondan beslenmesi, ona borcunu ödemesi vurgusu öne çıkıyor.
Gökhan Bakar “Araziyi Düzleştirmek: Gülten Akın Şiirinde Ortaklığın İnşası” üzerine kitabın yazarı Hasan Turgut’la söyleşti. Gülten Akın şiiriyle ilgili ilginç tespitlerin yer aldığı söyleşinin güzergâhını şiir, sosyoloji ve tarih şekillendiriyor.
Bu sayının çeviri dosyası konuğu Amerikalı şair Amiri Baraka. Şaire dair bir değerlendirme yazısıyla açılan dosya Baraka’nın şiirlerinden Özge Özbek’in yaptığı çevirilerle bir şiir seçkisi de sunuyor.
Natama bu sayının görsel dosya sayfalarında Cem Sorguç’u ağırlıyor. Yakın zaman önce yıkılan Karaköy Katlı Otoparkı’ndan görsellerle oluşturulan dosyanın adı umut verici bir cümle “Bu da Geçer Ya Hû”.
Kitap değerlendirmelerinde Canan Yaka “Kendine mesafe alan şiirin gerçekliği” başlıklı yazısında Sena Türkmen’in “II. Kambises Taktiği” kitabını, Enis Akın “Önce Şiir Olmak” adlı yazısındaysa Süreyyya Evren’in “Houdini’den Sonra Ölüm” kitabını değerlendirdi.
Bu sayının şairleri Aysu Akcan, Betül Tarıman, Emin Metin, Gökhan Bakar, Murat Çelik¬¬¬, Canan Yaka, Enis Akın, Betül Aydın, Mehmet Öztek, Ercan y Yılmaz, Ersun Çıplak, Ali Aydemir, Ümit Güçlü, e. irem az, Hasan Rua, İsmail Güney Yılmaz, Yusuf Koşal, Oğuzhan Kayacan ve Umut Cemal.
Ali Aydemir. 1981 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluğum İstanbul’da geçti taki bir trafik kazasına kadar. 1986 yılında Çernobil bulutlarıyla beraber Karadeniz’e geldik ailemiz bir kişi eksilmiş halde. İlk ve orta öğrenimimi Giresun’da tamamladım, lise son sınıfı bir işçi olarak Fiskobirlik Entegre Tesislerinde geçirdim, o dönem işçileri yakından gözlemledim, Markizm ile tanışmam böylece ete kemiğe büründü. Sonra Niğde Üniversitesi’nde Turizm Meslek Yüksek Okulunu bitirdim. Kapadokya hayatıma inanılmaz şeyler kattı, orada büyülendim. Devlet memuru olarak Bolu’ya atandım, gitmedim. Politik bir insana dönüştüm. Turizmin bir çok departmanında çalıştıktan sonra bu sektörün ruhumla hiç uyuşmadığını fark ettim ve mesleği bıraktım, biraz dışardan işletme okuyayım dedim, serbest bir öğrenci olmayı beceremedim. Uludağ Ünversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü sınavına girdim ve Dramatik Yazarlık Ana Bilim Dalını kazandım, hakkımda açılan kamu davası nedeniyle ki vatana ihanetten yargılanıyordum, sırf askere gitmediğim için, askere alındım, okul hiç müdahil olmadı. Neyseki Antakya’da tüm hakları elinden alınmış biri olarak askerliğe başladım, Turizimci ve de sanat okulu öğrencisi olduğum için ve Antakya turistik bir yer olduğu için beni rehber olarak görevlendirdiler, 4 tane Genel Kurmay Komutanını, Suriye Genel Kurmay Komutanı’nı, Suriye Kuzey Orduları Komutanı’nı, 2. Ordu Komutanını ve bir sürü Orgenerali ve Korgenerali gezdirirken vatana ihanetten yargılanmaya devam ettim. 2. Hudut Alay Komutanlığı’nın tarihçesini yazdım bu esnada, sonra aldığım ceza belli oldu, 3 ay hapis cezası aldım, paraya çevirince terhis olabildim. Askerden sonra okula döndüm, istekle başladım ve morali bozuk bir şekilde okuldan ayrıldım. Sanat okullarının başta öğretim kadrosu ve verilen eğitim beni çok üzdü. Sanat okullarının hala bu halde olmasına çok üzülüyorum. Liyakatin olmadığı bir ülke. Çok üzücügerçekten. Geziye katıldım, Soma’da bulundum vs. İşsiz kaldım. İnsan sanat okullarına güvenmemeli. Tüm bu dönemde İstanbul şehrinin ve Ankara’nın güzel şairleriyle Duvar dergisini çıkarmaya başladık, adını ben koydum, çok sesin olduğu yerde demokrasi maalesef görkemli olmuyor, duvar dergisinden ayrılıp Natama dergisini kurduk, 3 güzel yıl geçirdik beraber sonra oradan da ayrıldım. Çünkü Natama dergisi yayın hayatına devam etmemeliydi, uzun süre yayında kalan dergilerin düştüğü tuzak çıkış manifestosunun yani kendisinin reddi anlamına gelmekteydi. Arkadaşlarımın dergi çıkarmasına seviniyorum ama keşke bunun adı Natama olmasaydı. Keşke Natama yayın hayatına son verecek kadar da cesur olabilseydi. Neyse arkadaşlarımı seviyorum. Yolları açık olsun. Sonra işte dergicilikten böylece soğumuş oldum. Şiirlerim; Natama, Sözcükler, Duvar gibi dergilerde yayımlandı. Aslında daha bir çok dergide yayımlandı ama o dergilerin adını ağzıma almadığım için buraya yazmak istemiyorum. Gerek yok. Sırf şiirlerimin yayımlandığı dergiler çok görünsün diye adlarını yazacak değilim.
İlk kitabım ‘Ölü Kayalar Mezarlığı’ 2011 yılında yayınlandı. Hiç memnun olmadım. Yayınevinin adını yazmadığımdan anlamışsınızdır. Akşamdan sabaha kapak değişir mi! -gizlice değişiyor valla- hem de yazarın haberi bile olmadan, redakte bozuluyor ooo neler oluyor neler Çehov’un dediği gibi ve daha bir sürü şey!
Şimdi hazırda bekleyen iki şiir dosyam var üçüncüsüne çalışıyorum ama bir gün basılırlar mı açıkcası bilemiyorum. Bu yönde hiç çabam olmadı, olur mu bilmiyorum, hele şu pandemi bi bitsin de.. Güzel bahane.
İki tane tiyatro oyunum var burada paylaştığım oyun sadece okumalık onu saymıyorum. Belki roman da yazarım diyorum. İşsizim, bir iş kuryım dedim büyük zarar ettim dünya kadar borca battım, evdeyim tüm zamanımı okuyarak ve yazarak geçiriyorum. Güzel bir yazar hayatı yaşıyorum aynı filmlerdeki ve kitaplardaki gibi. Tek farkım ben tanınan biri değilim. Olur muyum hiç sanmıyorum.
Keza olsam bile bunu kimse bilmez çünkü ben öyle biri değilim.
Gün içinde biraz mutlu olabiliyor musunuz bilmiyorum ama her gün en azından gülümseyebiliyorsanız ne ala, herkesin işi zor. Mutlu olun diyeceğim ama yine de gülümsemeye çalışın diyeyim en iyisi, iyi günler dilerim, saygılarımla.
Ali Aydemir tarafından yazılan tüm yazılar