Gemi

Cennet bahçesi buralarda bir yerde Orta Asya’da olmalı çünkü burası ilk elmaların yetiştiği yer, dedi Hakkı enişte. Bana kampa nasıl düştüğümü soruyorsunuz her defasında. Aziz dostum Vavilov ülkesinde ne çektiyse bende İngiliz hükümetinden o kadar çektim. Neden orada olmamı bana soracağınıza hükümetinize sormuyorsunuz, onu da nasıl soracaksanız artık. Siz asker değilsiniz esir hiç değilsiniz.  

Hakkı eniştenin gür sesi her yeri inletiyordu. Neye kızdığını sordu Halit dede, hergeleye kızdım, dedi, beni göstererek. Ettiği onca laftan sonra üstelik. Neymiş efendim tehdit ediyormuşum bu boku. Beni mebus yapmadıkları için bu da benimle böyle konuşuyor. Sana kaç kere dedim okutma bunu diye, görüyorsun burada yaşamayı unutmuş, dedi babama. Unuttuğum şey beni hızla dehşetli bir uçuruma sürüklüyordu. Hakkı enişte belden altına iyi sopa vurmuş oldu böylelikle. Onun esir hayatını unuttuğum için kendime kızmaktan konuşamıyordum. Hem babamın hem de Halit dedenin kardeşlerinin çoğu geriye dönmemişti savaştan. Uzun bir söylevin ilk bölümünü yapan Hakkı enişte hiç değilse bir mebusluk bekliyordum ülkeme girince tamam bakan olmazdım ama ya mebus onu hakkettiğim nice kahramanlıklara sahibim. Ama ne oldu korucu oldum. En azından aylık gelirin oldu, dedi Halit dede. Haylazın tekiydin canım sen de. Defalarca dinlediğim hikâye böylece başlamış oldu, çaylar geldi çaylar gitti. Sorunumla ilgili tek kelime edilmedi. 

Başarılı olmak yeterli olmuyor önemli olan bir başkasının da başarılı olması, dedi Halit dede. Sözünü böylece kesebilmiş oldu Hakkı eniştenin ve onun gururla arkasına yaslanmasını sağlamış oldu. Galiba ben böyle biriydim, diye mırıldanıyordu. Şimdi asıl mevzumuza gelelim, dedi Halit dede. Ve orada gecenin planı yapıldı ve herkes geceye kadar evine çekildi.  

Babam, görüyorsun başımıza ne işler açıldı, diye sitem ederek benimle konuşmaya başlasa da seni kurda kuşa yem edecek değilim, istersen sen gelmeyebilirsin, gönlüme su serpti. Dedim ki ya hiç karşılaşma olmazsa bu onların var olmadığı anlamına mı gelir. Yani benim yalan söylemiş olmamla sona erer mi? Babam, sözlerimin arkasında nasıl bir dirayet olup olmadığını merak eden gözlerini üzerime çevirdikten sonra, bir kere soracağım, sende bana gerçeği söyleyeceksin. Yalan konuştun mu? Daha önce defalarca yalanlarımı yakalayan devin sorusuna verilecek tek cevabım vardı. Biliyorsun, diyebildim. Onu demiyorum. Dün gece başına gelenler konusunda yalan konuştun mu? Hayır, dedim. Annem bunun yalan değil hakikat olduğunu yedi düvel bile bilir. Ama ne bileyim, dedi annem. Küçükken havale geçirdin, doktor menenjit olabilirmiş, dediydi. Çocukken yatağından kalkıp gece gece kapıyı açar çıkardın dışarı kaç kez yoldan aldım seni, oğlum uykunda geziyordun. Kaç kez askıdaki elbiselere işedin tuvalet zannedip ama her seferinde uykundaydın. Seni hoca hoca gezdirdik biliyorsun, ben yine çalınmış olacağını düşünüyorum. Neden işediğin yerlere tükürmüyorsun. Sana başka bir zaman bu çiş yüzünden kızacağım haberin olsun, şimdi üst üste gelmesin diye bir şey söylemiyorum, it herife bak, bende diyorum bu koku ne. Kahvedekilerin rahatsız olması bundan kelliymiş demek ki, it herif. Yine de kızmış oldu fakat paparası henüz bitmemişti. Başka bir zaman, dedi ya. Yakın bir zamanda olacak ne olacaksa. 

Çocukluktu o anne, dedim. Yıllar geçti üzerinden. Ocaktaki ateşi hararetlendirdim, yemek hazırlandı yenildi, yatsıdan hemen sonra babam uyudu. Sende erken yat. Gece iki gibi suya ineceğiz hep birlikte. Odama çekildim biraz uyuduysam babamın dürtmesiyle uyandım. Elinde gaz lambası, grebisi başında kasketi ve içliğinin üzerine acelece pantolonu giydi paçalarını çorabının içine soktu. Kapıyı açtığında dışarıda iki ihtiyar daha vardı Hakkı eniştenin elinde fener vardı, sırtında tüfek tam teşkildi üzerindeki korucu kıyafetini ilk kez görüyordum. Halit dede bembeyazdı, yalındı. Sen arkamıza geç, dedi Halit dede. Önden Hakkı enişte, onun arkasında babam, peşinden Halit dede ve onun arkasında ben. Sıralı bir şekilde su patikasına girdik karanlığı aydınlatarak. Taşlara dikkat edin, ben dün gece ayağım kayıp düştüm. Çok şükür önümüzü görüyoruz, dedi Hakkı enişte. Sessizce suyun yanına kadar sessizce yürüdük. Suyun kenarında ne ateş ne su da çamaşır yıkayanlar vardı. Gündüz nasılsa gece de öyleydi. Etrafta herhangi bir şey olsa beklemek sorun olmazdı fakat dikkat çeken hiçbir şey yoktu etrafta. Hakkı enişte, burada bekleyip de elimize ne geçecek. Kimsecikler yok. Her şey zihninde bunun, hocaya okutun geçer dedi. Hadi evlerimize diyerek de yineledi sözünü. Sükutu hayale uğrayacak duygularımı kesip atıyordu. Geriye dönüldü her biri önümden yavaşça geçtiler. Bir süre orada yalnız kalmak istiyordum. Arkalarından götürdükleri ışık sönerken suyun kenarında bir ışık belirmeye başladı ve aniden ışık huzmesi büyüdü beni de içine alan bir aydınlığın içine girmiş oldu. Işık gözlerimi alıyor neredeyse gördüklerimi ayırt edemiyordum. Babamın bana Ali, diye seslendiğini duydum. Ona cevap verirken kendimi bambaşka bir yerde buldum.                                                                                                  

Bir ormanın içindeydim. Baykuş, Leylek, Kirpi, tilki, tavşan gibi hayvan topluluğunun içindeydim. Baykuş çok yaşlıydı. Diğer hayvan üyeleri daha çocuktu. Kendi aralarında konuşuyorlardı. 

KİRPİ 

Kim bu insanlar? 

TİLKİ 

Bence onlar insan değiller 

TAVŞAN 

Dur şimdi insanın aklını bulandırma. 

TİLKİ  

Bence insan değil. 

KAPLUMBAĞA 

Sen daha önce hiç insan görmedin ki.  

BAYKUŞ 

Durun durun! Kendi aranızda tartışmayın. 

KİRPİ 

Ama o başlattı. Kim bu insanlar? 

BAYKUŞ 

Bilmiyorum. Kimse bilmiyor. 

TİLKİ 

Demiştim. Onlar insan değil, insan olsalar, onların herkes insan olduğunu bilirdi. Çünkü bir hikâyede insan varsa o hikâye asla unutulmaz, sonu hep acı hep ıstıraptır. 

TAVŞAN 

Şimdi düşündüm de Tilki haklı olabilir. İnsan olsalar kesin bize zulüm ederlerdi. 

BAYKUŞ 

Peşin hüküm veriyorsunuz. Asla peşin hüküm vermeyin. Önce anlamaya çalışın. Yoksa insanlardan pek farkınız kalmaz. Sizi farklı kılan en önemli şey nedir? 

KİRPİ 

İnsan olmamamız demiştiniz. 

BAYKUŞ 

Evet. O yüzden büyük bir sükûnetle dinleyin karşınızdakini, ona katılmasanız bile. 

TİLKİ 

Kesin olarak eminim. Onlar insan değiller. 

LEYLEK 

Kimler öyleyse? 

TİLKİ 

Devler. 

Hayır, dedi Baykuş. Onlar hiç kimse.  

Ya bu çocuk kim, dedi Leylek. O bizim misafirimiz, dedi Baykuş. Onu şimdi nehirden gelecek gemiye bindireceğiz. Nehrin üzerinde havada süzülen gemi hemen yanımızda durdu, tek kelime edememiştim. Gemiden dışarı dün konuştuğumuz suret çıkıverdi ortaya. Seninle yolculuk yapmamız kaçınılmaz oldu, dedi. Bu yolculuğu hiç ama hiç sevmeyeceksin, bundan emin olabilirsin, dedi. Kendimi birden geminin içinde buldum ve bir başka ışık huzmesinin içine girdim. Beni nereye götürüyorsunuz, dedim. Dedi, Sultanımıza.   

Yayınlayan

Ali Aydemir

Ali Aydemir. 1981 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluğum İstanbul’da geçti taki bir trafik kazasına kadar. 1986 yılında Çernobil bulutlarıyla beraber Karadeniz’e geldik ailemiz bir kişi eksilmiş halde. İlk ve orta öğrenimimi Giresun’da tamamladım, lise son sınıfı bir işçi olarak Fiskobirlik Entegre Tesislerinde geçirdim, o dönem işçileri yakından gözlemledim, Markizm ile tanışmam böylece ete kemiğe büründü. Sonra Niğde Üniversitesi’nde Turizm Meslek Yüksek Okulunu bitirdim. Kapadokya hayatıma inanılmaz şeyler kattı, orada büyülendim. Devlet memuru olarak Bolu’ya atandım, gitmedim. Politik bir insana dönüştüm. Turizmin bir çok departmanında çalıştıktan sonra bu sektörün ruhumla hiç uyuşmadığını fark ettim ve mesleği bıraktım, biraz dışardan işletme okuyayım dedim, serbest bir öğrenci olmayı beceremedim. Uludağ Ünversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü sınavına girdim ve Dramatik Yazarlık Ana Bilim Dalını kazandım, hakkımda açılan kamu davası nedeniyle ki vatana ihanetten yargılanıyordum, sırf askere gitmediğim için, askere alındım, okul hiç müdahil olmadı. Neyseki Antakya’da tüm hakları elinden alınmış biri olarak askerliğe başladım, Turizimci ve de sanat okulu öğrencisi olduğum için ve Antakya turistik bir yer olduğu için beni rehber olarak görevlendirdiler, 4 tane Genel Kurmay Komutanını, Suriye Genel Kurmay Komutanı’nı, Suriye Kuzey Orduları Komutanı’nı, 2. Ordu Komutanını ve bir sürü Orgenerali ve Korgenerali gezdirirken vatana ihanetten yargılanmaya devam ettim. 2. Hudut Alay Komutanlığı’nın tarihçesini yazdım bu esnada, sonra aldığım ceza belli oldu, 3 ay hapis cezası aldım, paraya çevirince terhis olabildim. Askerden sonra okula döndüm, istekle başladım ve morali bozuk bir şekilde okuldan ayrıldım. Sanat okullarının başta öğretim kadrosu ve verilen eğitim beni çok üzdü. Sanat okullarının hala bu halde olmasına çok üzülüyorum. Liyakatin olmadığı bir ülke. Çok üzücügerçekten. Geziye katıldım, Soma’da bulundum vs. İşsiz kaldım. İnsan sanat okullarına güvenmemeli. Tüm bu dönemde İstanbul şehrinin ve Ankara’nın güzel şairleriyle Duvar dergisini çıkarmaya başladık, adını ben koydum, çok sesin olduğu yerde demokrasi maalesef görkemli olmuyor, duvar dergisinden ayrılıp Natama dergisini kurduk, 3 güzel yıl geçirdik beraber sonra oradan da ayrıldım. Çünkü Natama dergisi yayın hayatına devam etmemeliydi, uzun süre yayında kalan dergilerin düştüğü tuzak çıkış manifestosunun yani kendisinin reddi anlamına gelmekteydi. Arkadaşlarımın dergi çıkarmasına seviniyorum ama keşke bunun adı Natama olmasaydı. Keşke Natama yayın hayatına son verecek kadar da cesur olabilseydi. Neyse arkadaşlarımı seviyorum. Yolları açık olsun. Sonra işte dergicilikten böylece soğumuş oldum. Şiirlerim; Natama, Sözcükler, Duvar gibi dergilerde yayımlandı. Aslında daha bir çok dergide yayımlandı ama o dergilerin adını ağzıma almadığım için buraya yazmak istemiyorum. Gerek yok. Sırf şiirlerimin yayımlandığı dergiler çok görünsün diye adlarını yazacak değilim. İlk kitabım ‘Ölü Kayalar Mezarlığı’ 2011 yılında yayınlandı. Hiç memnun olmadım. Yayınevinin adını yazmadığımdan anlamışsınızdır. Akşamdan sabaha kapak değişir mi! -gizlice değişiyor valla- hem de yazarın haberi bile olmadan, redakte bozuluyor ooo neler oluyor neler Çehov’un dediği gibi ve daha bir sürü şey! Şimdi hazırda bekleyen iki şiir dosyam var üçüncüsüne çalışıyorum ama bir gün basılırlar mı açıkcası bilemiyorum. Bu yönde hiç çabam olmadı, olur mu bilmiyorum, hele şu pandemi bi bitsin de.. Güzel bahane. İki tane tiyatro oyunum var burada paylaştığım oyun sadece okumalık onu saymıyorum. Belki roman da yazarım diyorum. İşsizim, bir iş kuryım dedim büyük zarar ettim dünya kadar borca battım, evdeyim tüm zamanımı okuyarak ve yazarak geçiriyorum. Güzel bir yazar hayatı yaşıyorum aynı filmlerdeki ve kitaplardaki gibi. Tek farkım ben tanınan biri değilim. Olur muyum hiç sanmıyorum. Keza olsam bile bunu kimse bilmez çünkü ben öyle biri değilim. Gün içinde biraz mutlu olabiliyor musunuz bilmiyorum ama her gün en azından gülümseyebiliyorsanız ne ala, herkesin işi zor. Mutlu olun diyeceğim ama yine de gülümsemeye çalışın diyeyim en iyisi, iyi günler dilerim, saygılarımla.

One thought on “Gemi”

  1. Damla damla veriyorsunuz okuyucunuza öykünün devamını. Ama olsun , tadı damağında kalmak ve merak etmek de güzel👏👏

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s