
Takdir edilmeyi mi bekliyorsunuz? Çok acı çektiğinizi düşünüyorsunuzdur kim bilir, bu yüzden de benden ödül bekliyorsunuz. Hayır. İş yaptığı için kimse ayrıcalıklı değildir. Biz marangozuz. Bir marangoz asla işini yarım yapamaz.
Böyle dedi, harmanın kenarında dut ağacına sırtını veren yaşlı adam. Oğulları akşamdan beri açtıkları çukuru kazmayı bitirmişti nihayet. Ama soluklanmaya fırsatları yoktu. -Yaşlı adam tebessüm etmeyi sevmiyordu ne eşine ne de çocuklarına karşı- çocuklar bu gerçekle boğuşuyorlardı, tüm gün açtıkları çukuru kil toprakla, tavuk gübresiyle, buna ineklerin gübresi de dahil ve ahırda yığında bekleyen fındık kabuklarıyla doldurmaya çalışıyorlardı ara vermeden. Bir yandan çukuru dolduruyor bir yandan da abisinin çocuklarına taşıttıkları suyu döküp toprakla karıştırıyorlardı. Balçığın bir kıvamı vardı, tam o kıvam tutturulmalıydı yoksa yaşlı adamın sevimsiz yüzünü ve sitemlerini uzun bir süre çekmek zorunda kalacaklardı. Yaşlı adamın sakallarından yere damlayan ter neredeyse kurumuştu ama çukur henüz hazırlanmamıştı, Yaşlı adam sırtını dayadığı ağaçtan kuvvet alarak doğruldu. Ve çocuklarının yanına giderek, eliniz yavaş, dedi. İtinayla yapıyorsunuz bu belli lakin zamanı doğru kullanmıyorsunuz. Sizin iki kişi yaptığınız işi ben yıllarca tek yaptım. Böylesi bir gecikmeyi hoş görebilmem mümkün değil. Ağaca kurt düşmeden bu işi bir an önce bitirmeliyiz deyip, eline küreği aldı. Çocuklar hiçbir şey diyemedi. Soluk almadan bir an önce çukurun içinde babalarının istediği balçığı hazırlamaya çalışıyorlardı. Akşam ezanı vaktinde nihayet bitmişti. Şimdi sıra kesilen ağaç tomruğunu kabuklarını soymadan balçığa yatırmaları gerekiyordu. Lakin, ağaç büyüktü ve tüm gün yorgunluktan bitkin düşen çocuklar ağacı balçığa nasıl taşıyacaklarını düşünüyorlardı. Acaba babalarıyla camiye kadar gidip orada kendilerine yardım edecek birilerini çağırsalar daha uygun olmaz mıydı? Yaşlı adam, kabul etmedi. Her zaman nasıl yapıyorsak öyle olacak, diye ekledi. Ve camiye gitti. Çocuklar babaları gelene kadar ancak dinlenebildiler. Babaları camiden halatla geri döndü, halatı ağaca bağladılar, son gayretleriyle ağacı balçığa çekmeye çalışıyorlardı, yaşlı adamın daha önce hazır olan takozları ağacı yürütebilsin diye ağacın altına konuldu ve her hareket biraz zaman alarak milim milim balçığa doğru çekildi. Akşam ezanıyla başlayan bu gayret gece yarısına kadar sürdü. Sonunda ağaç balçığın içindeydi. Bu işimiz bittiğine göre dedi yaşlı adam, kazma ve küreklerin iyice temizlenmesi gerektiğini söyleyerek eve girdi. Çocuklar bu konuda da kendilerine iyi niyet göstermeyen babalarına kızıyorlardı lakin onun sözlerini yerine getirmeliydiler. Büyük olan kardeş bu işin küçük kardeş tarafından yapılması konusunda ısrarcıydı. İki yaş daha büyük olmak elindeki yegâne kozdu. Küçük kardeş abisine baktı. Korkuyorum, dersen kabul edeceğim, dedi. Büyük kardeş için yalan sayılmazdı fakat bunun şu anda bir yalanla hiç alakası yoktu. Önemli olan gecenin bu vakti amansız çıkan bu işten sıyrılmaktı öyle de yaptı, korktuğunu söyleyip eve giriyorken, benim çizmelerime de biraz su döküver, en azından bunu benim için yap, dedi ve eve girdi sessizce sanki babasına yakalanmak istemezmiş gibi. Küçük kardeş elindeki çamurlu aletlerle ve abisinin çizmesiyle patikadan karanlığa girdi, suyun aktığı oluk bahçenin neredeyse sonunda ve evin uzağındaydı. Çakal sesleri suyun yanına yaklaştıkça çoğalıyordu. Huzursuzluk. Korku. Hayır ay da yok gecede. Düpe düz karanlık. Duyduğu horultuların bir kısmı bekar bir kirpinin olsa bile bu homurtuların çoğul kısmı domuzların olabilirdi. Suya yaklaştıkça ayağının altından kayan ıslak taşların üzerinde sekerek çoğu kazan kayarak ilerliyordu. Karanlıkta ne kadar yürüdüğünü kestiremiyordu. Bunca yaşına kadar suyun kenarına bu saatte hiç gelmemişti. Ayağının altında birden hızla bir taş kaydı ve neredeyse iki ayağı havaya kalkarak sırt üstü yere düştü, elindeki aletler ve çizmeler etrafa dağılmışlardı. Can acısıyla karanlıkla el yordamıyla düşürdüğü aletleri ve çizmeleri arıyordu. Kazmaları ve kürekleri hatta çizmenin birini dahi bulmuştu fakat çizmenin diğer tekini bulamıyordu. El yordamıyla bulmak neredeyse mümkün değildi. Tam o anda birkaç yüz metre ilerisinde cılız bir ışık görür gibi oldu. Kim var orada, diye seslendi fakat sesine kimse yanıt vermedi. Hem ışığa bakmaya çalışıyor hem de çizmenin tekini arıyordu. O cılız ışıksa sanki giderek çoğalıyordu. Garip bir şekilde sesler bile duyuyordu. Çizmeyi aramaktan vazgeçti. Onu bu karanlıkta bulması mümkün görünmüyordu fakat bu ışığın sahiplerinden ışıklarını alabilirse çizmenin tekini bulabileceğini düşündü ve aksayan adımlarla ağır ağır ışığın yanına doğru yürüdü. Henüz su oluğunu göremese bile sesini duyuyordu, bir ışık hüzmesi o yaklaştıkça çoğalıyordu, ışığı görebiliyordu fakat ışığın yanında kimseler yok gibiydi. İyice yaklaştığında gördü ki bu yakılmış bir ateşti fakat bu ateşi kim ve niye yakmıştı. Ateşin yanında seslendi ama kimseden cevap alamadı. Ateş yığınlarının arasında yanmakta olan bir dal parçasını alıp çizmeyi düşürdüğü yere doğru geri döndü ama çizmeden eser yoktu. Geniş bir daire içinde iyice aradı fakat çizmenin tekini bulamadı. Çizmeyi arayarak suyun yanına tekrar döndü ateşin feri neredeyse sönmüştü. Burada ne yaptığını bilmiyorsun fakat ateşimizi çalıyorsun, dedi bir ses. Ne yüzü vardı ortada ne bedeni. Korkuyla salavat getirdi. Bildiği duaları okumaya başladı. Soğuk soğuk terliyordu. Sen kimsin, diye sorabildiği o soru çıktı ağzından öylece. Bir anda her yer aydınlanmıştı sanki gün yeniden doğmuş gibi oldu. Ve göremediği birçok canlı ışıkla beraber görünür olmaya başladı. Suyun kenarında çamaşır yıkıyor gibiydiler. Bir yandan çamaşır yıkanıyor bir yandan da sarhoş gibi dans eden bazı canlılar görüyordu fakat hiçbirinin yüzü yok gibiydi. Sonra aynı sesi bir daha duydu: Ateşimizi çaldın. Bize artık borçlusun, dedi bu ses. Ve aniden karşısında biraz önce ağabeyi karşısında nasıl duruyorsa öyle durdu. Yüzü buruş buruştu, yaşlı gibiydi fakat sanki bu onun yaştan azade genel görüşünü gibiydi, kulakları sanki yoktu. Gözleri iriceydi, başının arkasında garip bir şey var gibiydi belki bir boynuzdu fakat net göremiyordu. Duyduğu korku o kadar çoğaldı ki karşısındakinin ne olduğunu anlayamıyordu, bağırmak istedi fakat sesi çıkmadı. Bunu üç dört kez tekrarladı. Korkma, dedi bu kişi kendisine, artık korkmana gerek yok. Bir şey görünmezse kork dedi, görünemeyen şeyler daha korkutucudur. Gel gelelim sana, ateşimizi çaldın ve bize borçlandın. Bu gece bu ateşi tutuşturmak için ne kadar zorluk çektik bilemezsin. Görüyorsun ateş neredeyse sönmek üzere. Ateşe baktı hakikaten ateş sönmek üzereydi fakat her yer aydınlıktı. Benden ne istiyorsunuz, diyebildiyse karşısındakinin duyduğu için değildi belki de hiçbir şey demedi, bu soru zihninde o kadar çok dolanıyordu ki tek düşünebildiği şeydi. O yüzden duyulmuştu. Karşısındaki şey onu bir şekilde duymuştu. Fakat cevap alamadı sorusuna, cevap vermeden önce onun kendileriyle birlikte bu gece kurulan ziyafet sofrasında misafir olması gerektiğini söyledi. Işığımız az fakat yiyeceğimiz bol, dedi. Önce yemek yiyelim sonra seninle ne yapacağımızı konuşacağız.
Zor konuşarak, aç olmadığını söylediyse de karşısındaki onu dinlemedi. Birden kendini müzikler eşliğinde etrafında dans edenlerin arasında bir yemek masasında otururken buldu. Bu çok tuhaf, dedi. Hayır, dedi, bu kez yanında oturan. Benden ne istiyorsunuz, bırakın evime gideyim, dedi.
Bu sana bağlı, dedi. Bizden ateşimizi çaldın onun öncesinde de evimizi. Evimizi bize verebilir misin? Ev mi dedi? Biz kimseye kötülük yapmadık. Hatta sadece iyilik yapıyoruz. Kimsenin bir şeyini çalmadık, ateşinizi de ödünç aldım hani, çizmenin tekini bulabilmek için. Hayır, dedi yüksek sesle. Ve her şey bir anda sustu. Müzik kesildi. Işık bile bir an söndü, her yer karardı sonra tekrar geldi. Ne masadaydı ne masayı süsleyen yiyecekler vardı, biraz önce kalabalıklardı ama şimdi kimsecikler yoktu. O yaşlı adamın neyi oluyorsun? Diye sorulmasıyla kendine geldi.
Babamdan mı söz ediyorsun?
Baban, evet, öyle olsun. Bak sana anlatacağım şeyden sonra geri dönüş yok ya bize söz vereceksin ya da bir daha evine dönemeyeceksin. Seni de alıp gideceğiz buradan.
Hayır, hayır. Sizi dinleyeceğim yeter ki evime dönmeme müsaade edin. Anlaştık, o zaman dedi.
Bizim kim olduğumuz zihnini bulandırmasın, senin gibiyiz birbirimizden farkımız yok. Görüyorsun en az senin kadar canlıyız şu an hatta senden fazla diriyiz bile diyebilirim. Bizim asıl yerimiz burası değil. Yaşlı adamı takip ettik o bizi buraya getirdi. Amacımız onunla konuşmaktı fakat şansımıza sen çıktın.
Büyük şansızlık.
Hayır, bunun şansla hiç alakası yok. Buna siz kader diyorsunuz fakat bunun kaderle de ilgisi yok. Bu bizim için kaçınılmaz olan anlıyor musun?
Neyi anlamam konusunda emin olamıyorum şayet mevzunuz babamla ise gidip onu çağırabilirim. Çağırmana gerek yok, ona bu gece anlatılıyor sen merak etme, dedi.
Peki ama nasıl?
Bu senden gizlendi diyebilirim sana, her şeyi öğrenemezsin. Öğrensen öğrendiklerinle yaşayamazsın. Bilgi güzel değildir. Ne kadar az şey bilirsen o kadar mutlu olursun. Baban evimizi başımıza yıktı. Ağacımızı söküp taşıdı. Tüm gün sana ve abine çukur kazdırdı. Ve evimizi balçığın içine gömüverdi. Eğer ağacı balçığa hapsetmeseydiniz evimizi alıp gidecektik o yüzden şimdi senin bize yardım etmen gerekiyor, o balçığın içinden ağacımızı çıkarıp bize vermelisin, onun henüz canı çıkmış sayılmaz. Bize ağacımızı geri vermelisin.
Niye kendiniz almıyorsunuz? Ben ne yapabilirim?
O ağacı balçıktan çıkarıp bize verebilirsin. Öyle de olacak. Buradan geriye dönemezsin.
Tek başıma yapamam. Bana yardım etmelisiniz.
Biz suçunu beraber işlemedik ki affını paylaşalım. Abin sana yardım edecektir. Bu bizi ilgilendirmez.
Abim mi? O bana asla yardım etmez. Her şeyi kusursuz bir içtenlikle samimiyetle anlatsam bile bana inanmaz. Bu dünyada kardeşler arasında kullanılan gerçek dil konuştuğumuz dil değil. O benden nefret ediyor. Bilmiyorum fakat öyle olduğunu biliyorum. Bende boş sayılmam ona karşı. O benden nefret ediyor galiba bende ondan iğreniyorum.
Bu bizim sorunumuz değil. Ne yapacağını söyledik. Yarın gece bu saatlerde ağacımızı bize vermezsen başına geleceklerden biz sorumlu değiliz. Ya da tüm olacaklardan beni sorumlu tutabilirsin.
Peki babam?
Ona ne olmuş, dedi.
Ona her şeyin anlatıldığını söyledin.
Evet, insanın eviyle olan ilişkisi neşe içinde rüyasında ona anlatılıyor şu an. Bir evin ne kadar kıymetli olduğu, evi ev yapan şeyin ne olduğu ona gösteriliyor.
Rüyasında.
Evet, başka nasıl anlatılabilir ki?
Sence bu yeterli olacak mı?
Bu senin sorunun bizim değil. Yarın gece unutma, yarın gece tekrar görüşeceğiz.
İsminiz nedir? Babama anlatırken sizden nasıl bahsedeyim?
Birden tüm ışık kesildi, her yer ıssız bir karanlığa büründü, suyun oluktan akan coşkun sesinden başka hiçbir şey duyulmuyordu. Sonra bulutların arasından ay ışığı ortaya çıktı. Aletlerini yıkadıktan sonra abisinin çizmesinin tekini koltuğunun altına sıkıştırıp evin yolunu tuttu. Aletleri kuruması için düzgünce evin duvarına yasladı, çizmenin tekini ters çevirip yere sabitledi. Sonra karanlığı aydınlatan ay ışığıyla harmanda açtıkları çukur başında bağdaş kurup oturdu. Cebinden tütün kutusunu çıkarıp bir sigara sardı ve içmeye başladı. Sigarasını bitirdiğinde imamın evin önünden uyku içinde camiye doğru yürüdüğünü gördü, imam onu görmemişti, imamın peşine takılarak caminin yolunu tuttu. Abdestini aldı camiye oturdu. Köyün sesi en güzel ihtiyarı tarafından ezan okundu. Tam namaza duracaklardı ki camiye mesli ayaklarıyla babası girdi. Huşu içinde namaz kılındı, dua okundu. Camiden çıkarken imama yaklaştı, iyi sabahlar hocam mümkünse sizinle konuşabilir miyiz, dedi. Bu konuşma babasının dikkatinden kaçmamıştı. Oğlunun adını seslendi, babasını duyunca imamı bırakıp hızla babasına yaklaştı ve koluna girdi.
Her şey her yerde anlatılmaz özellikle bu bir sır ise dedi. Sırrını herkese açamazsın. Benimle eve yürü, diyerek oğluna kesin olan talimatını vermiş oldu. İmama dönüp ben gün içinde yanınıza uğrarım mutlaka. Şimdi babamı eve götürmeliyim, dedi. Böylesi daha iyi, dedi imam, bende sizinle eve kadar yürüyeyim öyleyse. İmam caminin kapısını kapatana kadar ağır adımlarla camiden uzaklaşmışlardı.
Baba, dedi, başıma neler geldi tahmin edemezsin. Fakat sana bir soru sormak isterim, iznin olursa. Bana bu gece gördüğün bir rüya anlatıldı. Bir rüya gördün öyle değil mi?
Yürürken başıyla tasdik eden babası durup oğlunun gözlerine baktı, her şey her yerde konuşulmaz. Özellikle karanlıkta konuşmak doğru değil. Karanlığın sahipleri var ve onun sahibi biz değiliz. Eve gidene kadar konuşmayalım. Evimize gidelim. Evet, evle ilgili bir rüya gördüm, güzel bir rüyaydı. Hem de çok güzel, hatta bugüne kadar gördüğüm en güzel rüyaydı. Ama bunları evde konuşalım. Güzel rüyalar konuşulmayı hak etmezler. Bir rüya anlatılınca tüm güzelliği yok oluyor. Bu kadar, sana rüyam hakkında söyleyeceğim sözler bu kadar. Eve gidince seni dinleyeceğim. Şimdi karanlıkta yolumuzu aydınlatmayan hiçbir şeyden konuşmak istemiyorum.
Nasıl, istersen dedi, babasına. Ama şunu söylemeliyim ben hiç uyumadım. Ne yaşadımsa iki ayağımın üzerindeyken yaşadım. Bana ne anlatıldıysa o an uyanıktım. Ve bugün yaptığımız şeyi düzeltemezsem başıma iyi şeylerin geleceğini düşünmemekteyim.
Eve gidince biraz uyu en iyisi. Uyku zihindeki olumsuz düşünceleri alıp götürür.
Eve kadar tek kelime etmediler. Eve girince babası yatak odasına girip odasının kapısını kapattı. Bir süre abisinin odasının kapısında dikildi. Babasının annesiyle olan konuşmalarını duyuluyordu.
Ali’yi camide gördüm, çocuk biraz korku içindeydi.
Doğru yapmış, aferin Ali’ye. Korkuya en iyi gelecek şey sabah namazıdır, dedi annesi. Keşke şu Barış da öte dünyayı düşünse biraz.
Götünde pireler uçuyor onun, dedi babası. O ancak Almanya’yı düşünsün.
Oğlum yakında gidecek ona iyi davran, dedi annesi kocasına. Benin endişelendiren Ali, dedi babası.
Niye endişeleniyorsun? Son beşiğin yeri babasının yurdudur. Böyle gelmiş böyle gidecek. Küçük devranı sürdürecek. O hiçbir yere gidemez. Annesinin son sözleri hükmediyor gibiydi. Babasını bile etkisine almıştı bu sözler, tek kelime daha edilmedi.
Yatağına gitti biraz uzanıp gözlerini kapamak istedi fakat başaramadı. Tek düşündüğü şey vardı. Şimdi ne yapacaktı? Nasıl yapmalıydı? Bir şey olmalıydı. Dualarla nazara karşı ne yapılıyorsa öyle şeyler olabilirdi. Bu sorundan kurtulmak zorundaydı. Annemle konuşmalıyım, evet babamdan önce anneme açmalıyım bu sorunumu dedi. Evdeki her şeyi duyuyordu, ahırdan gelen hayvanların sesini, tavan arasında farelerin tıkırtılarını hatta biraz daha dikkat kesilse tahta kurularının tahtada açtıkları delik sesini bile duyabilirdi, annesinin kapısı açıldı ufak adımlarla evin içinde yürüdüğünü hissedebiliyordu. Birden dış kapının kapandığını duydu. Yataktan fırladı ve annesinin ahırda hayvanlarıyla ilgilendiğini gördü, inek sağılacaktı, besmele ile ineğinin karnını okşayarak dizlerini büktü ve ineğini sağmaya başladı. Annesiyle ahırda konuşmak istemedi, ahır da karanlıktı. Dışarı çıktı, harmanda açtıkları bataklığın baş ucuna oturdu ve bir sigara daha sardı. Neredeyse ağlayacak gibiydi.
Sabah olup babası uyanıp dışarı çıktığında oğlunun harmanda oturduğunu gördü, tek kelime etmedi. Aletlerin temizlenip temizlenmediğini kontrol ettikten sonra eve girecekti. Birden çizmenin tekini gördü. Bu çizmenin teki nerde diye sordu?
Çizme. Çizme. Diyen babasının sesiyle aniden kendine gelmiş evet ya çizme diyerek koşarcasına adımlarla su oluğunun patikasına saptı. Lakin ne kadar aradıysa da çizmenin tekini bulamadı. Sanki sır olup kaybolmuştu. Uzun bir süre aradıktan sonra eve çizmesiz geri döndü. Babası evin sedirinde oturmaktaydı, pencere açıktı. Patikadan dışarı çıktığında babasıyla göz göze geldi. Çizmenin teki yok. Bulamıyorum. Köpek almıştır, neden dışarı bırakıyorsun eve niye koymadın?
Çünkü geceden beri ayakkabının teki kayıp. Şimdiyse bulamıyorum. Düşürdün mü diye sordu babası, evet, dedi dün gece düşürmüştüm bu sabah bulurum sanıyordum ama yok. Bahçeye düşürdüysen köpek almıştır. Belki evin önüne kadar gelemezler ama bahçede pekâlâ dolaşabilirler. Sanmıyorum, dedi. Yani bir köpeğin işi olduğunu düşünmüyorum. Bu kesinlikle seninle konuşmak istediğim şey baba, dedi. Öyleyse içeri gel. İçeri girdi, annesinin hazırladığı kahvaltı sofrasına otururken babası, beraber değil miydiniz abinle diye sordu. Hayır, dedi, bir çırpıda. O gelmedi ben tektim. Gecenin bir vakti neden seni yalnız bıraktı? Korktuğu için, dedi. Demek korktuğu için, dedi. Sorarım ona. Anne bu arada lafa girerek, hiçbir şey soramazsın oğluma, dedi. O gidecek. Şunun şurasında bir hafta daha idare edemiyorsunuz çocuğu. Olmaz. Hayır. Kimse oğlumdan hesap soramaz. Öyle olsun, dedi baba. Öyle olsun da dedi aslında ne olduğu umurumda değil. Beni dinleyin ve bana yardım edin ne yapacağımı bilmiyorum. Dün gece dedi ve anlattı uzun uzun hikayesini. Babası tüm dikkatiyle dinliyordu annesiyse çamaşır yıkayan kadınlardan bahsettiğinde pür dikkat oğlunu dinlemeye başladı. Bana bu gece yarısına kadar süre verdi, ne yapmalıyım? Diye sordu. Sadece evini istemiyor evlerini istiyor yani bunlar kalabalık. Benimle biri konuştu iyi ki de öyle oldu. Diğerlerinin varlığı beni rahatsız ediyor.
Tövbe estağfurullah diyerek söze girdi annesi. Su kenarında çamaşır mı yıkıyorlardı, davullar ziller çalıyorlardı öyle mi?
Evet, anne. Hem çok temizlerdi hem temizlikleri onları sevimli göstermiyordu. Hem eğleniyorlardı hem de öfkeliydiler. Allah biliyor dilim tutuldu sanki. Ağzım değil kulaklarım çalıştı sadece.
Bunlar, dedi annesi. Hep varlardı. Fakat neden buradalar şimdi. Hareket ettiklerini hiç duymamıştım. Varlar mıydı?
Evet, sen küçükken. Babası araya girdi. Hayır, dedi. Sandığınız gibi olamaz. Düştüm demiştin. Düşünce rüya görmüş olmayasın.
Hayır, baba. Her şey yaşanırken uyanıktım, dediğim gibi. Öyle de dedi babası, baygınlık anında gördüğün bir rüyayı gerçek olandan nasıl ayırt edebilirsin. Bu konuda bayılmış olabileceğin ve baygınken rüya görmüş olacağın bana daha inanılası geliyor. Fakat annenin söyledikleri de doğru olabilir. Bunu bugün araştıracağız. Bir çare bulacağız.
Ya ağaç, diye sordu babasına.
Ağaç yerinde kalacak.
Babanın sözü bir kez daha hükmediyordu. Kendinden emindi ve bu işin içinden nasıl çıkacağını biliyor gibiydi. Bugün cuma, öğleye kadar dinlenebilirsin fakat namaz vakti abinle ikiniz camide olacaksınız. Biraz erken gidip mezarlıkların üzerini temizleyin. Mezarlarınızla ilgilenmiyorsunuz, sanki onlar bu dünyadan değilmiş gibi. Sözünü söyleyip masadan kalktı ceketini ve kasketini alıp evden çıktı. Sakın geç kalmayın, diye ekledi. Bu kez de hükmeden sesiyle buyurmuştu. Öyle olsun, dedi kendine fakat uyuyabileceğimi sanmıyorum. Hep var olduklarını söyledin anne. Bana onları anlatır mısın? Biz onların hakkında konuşmayız, sende konuşma, dedi. Ama illaki bir şeyler duymak istiyorsan Gül Hatun’un yanına git.
Ayaklı gazetenin mi, dedi biraz gülümseyerek. O sana her şeyi anlatır, dedi annesi. Her şeyi bilen birine doğru soruyu sorarsan asıl öğrenmek istediğini öğrenirsin. Bak anne geliyor bugün biraz gecikti, dedi annesi, doğru dedi, yemek bitmek üzere.
Kısa boyluydu Gül Hatun. Hep şaşıran bir insandı. Ama konuşmayı çok seviyordu. Evinde olup biten her şeyi gelip anlatırdı. Sadece evinde olup bitenleri değil dedi annesi sanki onu duymuş gibi. O ne anlatmak isterse onu anlatır. Olmuş olan, olmamış olan ve olmayacak olan. Gül Hatun küçük adımlarıyla gelip pencereden kafasını uzatıp. Uyy dedi. Çok geçmiş olsun. Ama ben size demiştim. Dere içinde vakitsiz ağaç kesilmez, dediydim. Her şeyin bir vakti var. Ben söylediydim. Beni dinlemediydi.
Kız sen ne biliyorsun bakim, dedi anne. Gül Hatun başladı tüm gece olup bitenleri tek tek en ayrıntısına kadar anlatmaya. Eğer dedi annesine yanımızda olsa bu kadar ayrıntılı anlatamazdı. Korkum bana her şeyi hatırlamamda yardımcı olmuyor. Bırak şimdi onu dedi, Gül Hatun. Bu konudan kurtulmak istiyorsan sana ne denirse onu yapmalısın. Adamların ağacını geri vermeye bakın, dedi. Babam izin vermiyor, dedi ancak. Bak, dedi her şey daha kötü olur ama iyi olmaz. Ben söyleyeyim. Dur bakalım, dedi anne. Her şerde hayır vardır. Bazen bir şer sadece şerdir, dedi Gül Hatun. Şer olan her şey kötülüğe çıkmaz fakat kimisi felakete çıkar. Onları orada öylece bırakıp evden çıktı arkasına bile bakmadan ve bir kez daha patikaya girip çizmenin tekini aramaya koyuldu. Lakin çizmeden eser yoktu. Sırra kadem bakmıştı.
Bir solukta okudum, hem sürükleyici, hem sıradışı, hem de çok sade bir dille yazılmış olmasına rağmen inanılmaz derecede etkileyici, ve burada öykünün devamını merak içinde bekleyen bir okuyucu
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ediyorum. Keşke tanıdığınız bir yayıncı olsaydı kitaplaşırdı. Bazen yazdıklarımı burada paylaşmamışsam bilgisayarımda kaybediyorum bazen de bir usb’ye yüklüyorum sonra o usb’yi kaybediyorum. Sadece kendim için yazıyorum galiba bazen kendi kendime düşünüyorum, düşündüğüm şeyleri ise yazmıyorum. Düşündüğüm için mutlu olmakla yetiniyorum. İnsanlar kendi imkanlarıyla kitap çıkarmamalı. Şükran duygusuyla.
BeğenBeğen
Sadece kendiniz için yazmaya hakkınız olmayacak kadar, ilham verici bir yetenek bahşedilmiş size. Keşke tanıdığım bir yayımcı olsaydı, ancak eserleriniz tanıdığa gerek bırakmayacak düzeyde değerli bence.Dilerim bu öykünün devamını ekrandan değil de elimde sayfalarını çevirerek okuyayım..
BeğenLiked by 1 kişi