NEW YORK TİMES I Eski moda telefonu birini arayıp nasıl olduklarını sormak, Gracia Lam.
On yedi yaşındaki bir genç ıslak elleriyle priz değiştirirken elektrik akımına kapıldı ve kalbi durdu, olay yerine ambulans ancak yarım saat sonra gelebilmişti. Yassı bahçe köyündeki tüm akrabaları acilin kapısında annenin gözyaşlarıyla yankılanan sesine saygı gösteriyor ve susuyorlardı, ama yağmur yağıyordu. İğne yaptırmak için geldiğim hastanede tanık olduğum manzara buydu. Herkes bu olayı konuşuyordu. Tekstil fabrikasında elini makinaya kaptıran genç bir kadın sıramı istemişti, ama benim girmem lazım diyebilmişti sadece. Tetanos aşısı oldun mu diye sormuştu sağlık görevlisi, ona elini gösterip yeni geldim diyebilmişti, artık elini kesmiş makine yapacak bir şey yok seni önce doktorun görmesi lazım denildi, gelen doktor da ilk tetanos aşısını sordu ve çıkarken iş kazası olarak kaydedin, dedi. Çocuk hakkında hiç konuşmayan sadece bu kadındı, onun da canı çok yanıyordu. İğnemi olduktan sonra tek kelime etmeden hastaneden çıktım, yağmur yağıyordu, çocuğuna doyamadan ondan ayrılmak zorunda kalan anne hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Oğlunu morga almışlardı başındaki jandarmalar tutanak yazıyordu. Bu ölümün tüm ayrıntılarını dolmuşta hastanenin yemek dağıtıcısı olan kadından öğrendim. Hemen yanında yaşlı bir kadın oturuyordu. Ölmüş mü dedi, evet morgdaymış, başında da jandarmalar varmış. Vah vah demedi yaşlı kadın, elleri neden ıslakmış ki, dedi. Yağmur yağıyordu, hatta dünden beri hiç durmadan yağıyordu. Kim bilir diyecek zamanı bile olmadı genç kadının, yaşlı kadın devam etti sözlerine. Islak elle elektriğe dokunmayacaksın, akıllılık etmemiş, biraz akıllı olacaksın. Bir kere beni de elektrik çarptı. Köyde çamaşır yıkıyordum, ağzımı açamadım sadece ııh ııhh ıhhh diyordum. Köyde çamaşırı asacak çok yer yok bir tel var o telin yakınından eve gelen de bir elektrik teli vardı, çamaşırı asarken o tele değiverdi yanlışlıkla ondan oldu bana. Allahtan çamaşırı kuvvetli sıkmışım. Gençken daha kuvveti oluyor insanın, şimdi o gücüm yok. Sonra sustu bir süre. Hastanede yemek dağıtan kadın artık ona bakmıyordu ara sıra ağzını açıp esniyordu, o esneme sesinden başka hiç ses çıkmıyordu dolmuşta. Ihh ıhh ıhhh diyebiliyordum dedi yaşlı kadın. Ağzımı bile açamıyordum.
Sanki yaşanan bir acıdan çok daha önemliymiş gibi anlatılan bu insanlık dışı hikâyeyi dinlemektense o dolmuştan inerdim ama yağmur gittikçe şiddetini arttırıyordu. Yaşlı kadının bozuk para gibi harcadığı kulağım sızlıyordu açık yarama tuzlu kaynar su döküvermişti. Hiç vah vah demeden, o anneye bir gram üzülmeden.
GERÇEK BASİT I #empathy sahip olmak ve başkalarının konuşması için güvenli ve destekleyici bir alan yaratmak, Gracia Lam.
NOT: Sohbetlerimizin çoğu böyle artık. Bir insan kendi öyküsünü anlatıyor kimisi trajik kimisi komik kimisi düz öykü olsun dinleyen anında kendi öyküsüyle karşı tarafa savaş açıyor. Sanki bir sohbet değil yarışma. Ben çevremdeki insanlarla olan ilişkimi en çok bu yüzden kestim. Arkadaş arkadaşla yarışmaz, oturur dinler, susar dinler. O yüzden diyorum bu ülkede devrim mümkün değil. Sen devrim yapmaya kalkarsın en yakın arkadaşın karşı devrim yapmaya kalkar.
Ali Aydemir. 1981 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluğum İstanbul’da geçti taki bir trafik kazasına kadar. 1986 yılında Çernobil bulutlarıyla beraber Karadeniz’e geldik ailemiz bir kişi eksilmiş halde. İlk ve orta öğrenimimi Giresun’da tamamladım, lise son sınıfı bir işçi olarak Fiskobirlik Entegre Tesislerinde geçirdim, o dönem işçileri yakından gözlemledim, Markizm ile tanışmam böylece ete kemiğe büründü. Sonra Niğde Üniversitesi’nde Turizm Meslek Yüksek Okulunu bitirdim. Kapadokya hayatıma inanılmaz şeyler kattı, orada büyülendim. Devlet memuru olarak Bolu’ya atandım, gitmedim. Politik bir insana dönüştüm. Turizmin bir çok departmanında çalıştıktan sonra bu sektörün ruhumla hiç uyuşmadığını fark ettim ve mesleği bıraktım, biraz dışardan işletme okuyayım dedim, serbest bir öğrenci olmayı beceremedim. Uludağ Ünversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü sınavına girdim ve Dramatik Yazarlık Ana Bilim Dalını kazandım, hakkımda açılan kamu davası nedeniyle ki vatana ihanetten yargılanıyordum, sırf askere gitmediğim için, askere alındım, okul hiç müdahil olmadı. Neyseki Antakya’da tüm hakları elinden alınmış biri olarak askerliğe başladım, Turizimci ve de sanat okulu öğrencisi olduğum için ve Antakya turistik bir yer olduğu için beni rehber olarak görevlendirdiler, 4 tane Genel Kurmay Komutanını, Suriye Genel Kurmay Komutanı’nı, Suriye Kuzey Orduları Komutanı’nı, 2. Ordu Komutanını ve bir sürü Orgenerali ve Korgenerali gezdirirken vatana ihanetten yargılanmaya devam ettim. 2. Hudut Alay Komutanlığı’nın tarihçesini yazdım bu esnada, sonra aldığım ceza belli oldu, 3 ay hapis cezası aldım, paraya çevirince terhis olabildim. Askerden sonra okula döndüm, istekle başladım ve morali bozuk bir şekilde okuldan ayrıldım. Sanat okullarının başta öğretim kadrosu ve verilen eğitim beni çok üzdü. Sanat okullarının hala bu halde olmasına çok üzülüyorum. Liyakatin olmadığı bir ülke. Çok üzücügerçekten. Geziye katıldım, Soma’da bulundum vs. İşsiz kaldım. İnsan sanat okullarına güvenmemeli. Tüm bu dönemde İstanbul şehrinin ve Ankara’nın güzel şairleriyle Duvar dergisini çıkarmaya başladık, adını ben koydum, çok sesin olduğu yerde demokrasi maalesef görkemli olmuyor, duvar dergisinden ayrılıp Natama dergisini kurduk, 3 güzel yıl geçirdik beraber sonra oradan da ayrıldım. Çünkü Natama dergisi yayın hayatına devam etmemeliydi, uzun süre yayında kalan dergilerin düştüğü tuzak çıkış manifestosunun yani kendisinin reddi anlamına gelmekteydi. Arkadaşlarımın dergi çıkarmasına seviniyorum ama keşke bunun adı Natama olmasaydı. Keşke Natama yayın hayatına son verecek kadar da cesur olabilseydi. Neyse arkadaşlarımı seviyorum. Yolları açık olsun. Sonra işte dergicilikten böylece soğumuş oldum. Şiirlerim; Natama, Sözcükler, Duvar gibi dergilerde yayımlandı. Aslında daha bir çok dergide yayımlandı ama o dergilerin adını ağzıma almadığım için buraya yazmak istemiyorum. Gerek yok. Sırf şiirlerimin yayımlandığı dergiler çok görünsün diye adlarını yazacak değilim.
İlk kitabım ‘Ölü Kayalar Mezarlığı’ 2011 yılında yayınlandı. Hiç memnun olmadım. Yayınevinin adını yazmadığımdan anlamışsınızdır. Akşamdan sabaha kapak değişir mi! -gizlice değişiyor valla- hem de yazarın haberi bile olmadan, redakte bozuluyor ooo neler oluyor neler Çehov’un dediği gibi ve daha bir sürü şey!
Şimdi hazırda bekleyen iki şiir dosyam var üçüncüsüne çalışıyorum ama bir gün basılırlar mı açıkcası bilemiyorum. Bu yönde hiç çabam olmadı, olur mu bilmiyorum, hele şu pandemi bi bitsin de.. Güzel bahane.
İki tane tiyatro oyunum var burada paylaştığım oyun sadece okumalık onu saymıyorum. Belki roman da yazarım diyorum. İşsizim, bir iş kuryım dedim büyük zarar ettim dünya kadar borca battım, evdeyim tüm zamanımı okuyarak ve yazarak geçiriyorum. Güzel bir yazar hayatı yaşıyorum aynı filmlerdeki ve kitaplardaki gibi. Tek farkım ben tanınan biri değilim. Olur muyum hiç sanmıyorum.
Keza olsam bile bunu kimse bilmez çünkü ben öyle biri değilim.
Gün içinde biraz mutlu olabiliyor musunuz bilmiyorum ama her gün en azından gülümseyebiliyorsanız ne ala, herkesin işi zor. Mutlu olun diyeceğim ama yine de gülümsemeye çalışın diyeyim en iyisi, iyi günler dilerim, saygılarımla.
Ali Aydemir tarafından yazılan tüm yazılar