
Zaten tutkuyla birbirlerine tutunsalar, göğün ve yerin düzeni bozulur, kıyamet kopardı,
Ama oğlanın bindiği kısrak göğe doğru uçuyordu, onun adı kutsal olandı,
Kurda ne için boynun yoğun demişler, işimi kendi elimle tutarım da onun için, demiş,
Han da öyle yaptı. Buyruğunun altında kurt dilli kır oku yanındaki bahadıra verdi,
Dedi ki, senin emrine kurtları verdim, bir kır ok, tez onu bana getiresin.
Bahadır, kurttan korkan bir köpek gibi çömeldi Han’ın ayaklarına,
Kudretin ve gücün bir timsali gibi karşısında yükselen Han, son sözünü böyle söyledi:
Var git şimdi, çelik bozkıra ulaşmadan.
O gece gökyüzüne bakanlar,
Üst üste dizdikleri taşların üstüne bir taş daha koydular,
Alacakaranlık, uçsuz bucaksız bir bozkır,
Şahlanan bir at, sanki kuyruklu bir yalduz
Peşinden seğirten kurtlar, cins, güzel ve cesur. Yetişemiyorlar ona.
Yemeğini çiğ yiyenlerin gözlerinin önünde yaşanan bu kovalamaca,
Sarayın balkonunda, yaşlı bir adamın oğlu tarafından yazılıp okundu Han’a.
Efendim nasıl söylesem bilmiyorum, dedi evvela.
(Bu çocuk), gök yeleli korkunç bir kurt gibi sürüyor atını semada.
Yetişmek mümkün olmasa gerek ona.
Mavi gözlü, kır bıyıklı Han böyle konuşurken buldu kendini karanlıkta
Bir ürperti çöktü saraya.
O gece gökyüzüne bakanlar dehşete kapıldılar
Gece karanlığı henüz bitmemişti, saatler vardı daha günün ağarmasına
Bozkıra parlak ve kararlı ışık huzmeleri düşüyordu
Bir uçtan bir uca aydınlanıyordu her yer.
Alman destanının meşhur kahramanı para verip kurtulmak
İsterdi bu düşten, büyük hazinesini verirdi tereddüt etmeden,
Bir nefes daha Tanrım diye yalvarırdı o cengâver Nibelungen.
Bozkırın yoksul ve çaresiz halkı feryatla Han’ın sarayına koştular,
Bazen gözyaşı dökmeye vakit yoktur, ama acıdır, acı olan.
Yılanlarla dolu bir zindana razı olurdu şimdi,
Böylesi bir son hiç düşünmemişti.
Son ana kadar gökyüzüne baktı Han, sakin, büyük bir ruha sahip şövalye,
Etrafında hızla yayılan korkuya cömert davrandı önce,
Sonra cinler periler sanacaklar, dedi.
Sarayını ateşe veren hızla yaklaşırken.
Sonra bahadırını düşündü,
Arkasında bıraktıklarını,
Kurt kıllarıyla örtülü yüzüğünü çıkarıp fırlattı gökyüzüne,
Ateşin geldiği yere.
Bir gün mutlaka, dedi,
Bu topraklar benim soyumla dolup taşacaklar,
Fakat benim için bitti.
Taşın kızgınlığı soğuduğunda, ateşin kızıllığı karardığında
Mağlup ama korkusuz yeni bir gün doğdu ufukta.