Gülsen

Şu ardımız sıra yükselen sis

kaybolacak birazdan ormanda,

uçsuz bucaksız anılarımız silinecek,

unutulacak ne yaşadıksa

nereye ayak bastıksa

orada silinecek izlerimiz,

kalmayacak bugünden yarına

mutsuzluğumuz,

çayırlardan aşağı koşan atlar gibi

birbirinin boynuzlarına tokuşturan

keçiler gibi

bir vadiden diğerine süzülüp duran kuşlar gibi

ve

bir ah gibi

kulaklarımızı sağırlaştıran çığlık,

gelip bulacak bizi sonunda.

Bu rüzgâr

evveliyatın şerri gibi esip duracak

iyi günlerinde, yorgun günlerinde, umutsuz günlerinde,

sevinçli ve üzgün günlerinde insanın

Keşke doğmasaydık diyorum

eve dönmedikçe bir annenin kızları ve oğulları

keşke yaşlı günlerdeki gibi sevinen bir kahkahayla karşılayabilselerdi,

ilk çiğ tanesi düşerken

neşelenen çocuklarını,

böyle mutsuz etrafa saçmasalardı

Oysa

bahar kırmızı ormanlarda,

fındık çiçek,

kiraz kendini süsleyecek,

gelincik gülümseyecek

Kargın sesler düşüp sekecek az ilerde akan derede

kırmızı benekli alabalıklar

yukarılara hep yukarılara hayat

taşıyacak, ama oradaki,

o sessiz ve huzur veren eve

ayaklar çamur içinde

sisle dönüldüğü vakit,

gölgelerin ipek ipek parıldayan usulluğunda,

gözyaşına nağmelenen yağmurun hicranında

acı vardır:

Anne seni çok özlüyorum,

seninle konuşmak istiyorum.

Sesini duymak istiyorum.

Günlerimizin her birini tutup elinden dolaşmak istiyorum.

Kırmızı ormanlarda bahar,

Gülsen bülbül ben,

derviş sen kulun ben,

saz sen efkar ben,

ney sen sus ben,

canım sen ruhun ben,

aşk sen aşık ben,

hırka sen ahenk ben,

eğme başını, evin kararmasın,

kuru dallar gibi yanmasın ocağın,

Gülsen.

Bir ev yanınca

söylemeyi unuttuğun şeylere sarılır

tütersin,

kovulmak gibi değil ama,

dışarıda kalmışsındır,

varsındır da yoksundur,

yoksundur bir sandalyede,

tencerede varsındır da tabakta yoksundur,

çatalda kaşıkta varsındır,

su bardağında ayransındır o kadar,

yerin hep hazırdır,

sobanın arkasında bir minder,

sen elleri sırtına kavuşmuş, yüzünde özlem

bakar durursun annenin çocukluğuna,

ocakta ibrik,

demlikte taze ıhlamur,

“gel ey hilal kaşlım dizim üstüne,

ay bir yandan sen bir yandan sar beni”

Yayınlayan

Ali Aydemir

Ali Aydemir. 1981 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluğum İstanbul’da geçti taki bir trafik kazasına kadar. 1986 yılında Çernobil bulutlarıyla beraber Karadeniz’e geldik ailemiz bir kişi eksilmiş halde. İlk ve orta öğrenimimi Giresun’da tamamladım, lise son sınıfı bir işçi olarak Fiskobirlik Entegre Tesislerinde geçirdim, o dönem işçileri yakından gözlemledim, Markizm ile tanışmam böylece ete kemiğe büründü. Sonra Niğde Üniversitesi’nde Turizm Meslek Yüksek Okulunu bitirdim. Kapadokya hayatıma inanılmaz şeyler kattı, orada büyülendim. Devlet memuru olarak Bolu’ya atandım, gitmedim. Politik bir insana dönüştüm. Turizmin bir çok departmanında çalıştıktan sonra bu sektörün ruhumla hiç uyuşmadığını fark ettim ve mesleği bıraktım, biraz dışardan işletme okuyayım dedim, serbest bir öğrenci olmayı beceremedim. Uludağ Ünversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü sınavına girdim ve Dramatik Yazarlık Ana Bilim Dalını kazandım, hakkımda açılan kamu davası nedeniyle ki vatana ihanetten yargılanıyordum, sırf askere gitmediğim için, askere alındım, okul hiç müdahil olmadı. Neyseki Antakya’da tüm hakları elinden alınmış biri olarak askerliğe başladım, Turizimci ve de sanat okulu öğrencisi olduğum için ve Antakya turistik bir yer olduğu için beni rehber olarak görevlendirdiler, 4 tane Genel Kurmay Komutanını, Suriye Genel Kurmay Komutanı’nı, Suriye Kuzey Orduları Komutanı’nı, 2. Ordu Komutanını ve bir sürü Orgenerali ve Korgenerali gezdirirken vatana ihanetten yargılanmaya devam ettim. 2. Hudut Alay Komutanlığı’nın tarihçesini yazdım bu esnada, sonra aldığım ceza belli oldu, 3 ay hapis cezası aldım, paraya çevirince terhis olabildim. Askerden sonra okula döndüm, istekle başladım ve morali bozuk bir şekilde okuldan ayrıldım. Sanat okullarının başta öğretim kadrosu ve verilen eğitim beni çok üzdü. Sanat okullarının hala bu halde olmasına çok üzülüyorum. Liyakatin olmadığı bir ülke. Çok üzücügerçekten. Geziye katıldım, Soma’da bulundum vs. İşsiz kaldım. İnsan sanat okullarına güvenmemeli. Tüm bu dönemde İstanbul şehrinin ve Ankara’nın güzel şairleriyle Duvar dergisini çıkarmaya başladık, adını ben koydum, çok sesin olduğu yerde demokrasi maalesef görkemli olmuyor, duvar dergisinden ayrılıp Natama dergisini kurduk, 3 güzel yıl geçirdik beraber sonra oradan da ayrıldım. Çünkü Natama dergisi yayın hayatına devam etmemeliydi, uzun süre yayında kalan dergilerin düştüğü tuzak çıkış manifestosunun yani kendisinin reddi anlamına gelmekteydi. Arkadaşlarımın dergi çıkarmasına seviniyorum ama keşke bunun adı Natama olmasaydı. Keşke Natama yayın hayatına son verecek kadar da cesur olabilseydi. Neyse arkadaşlarımı seviyorum. Yolları açık olsun. Sonra işte dergicilikten böylece soğumuş oldum. Şiirlerim; Natama, Sözcükler, Duvar gibi dergilerde yayımlandı. Aslında daha bir çok dergide yayımlandı ama o dergilerin adını ağzıma almadığım için buraya yazmak istemiyorum. Gerek yok. Sırf şiirlerimin yayımlandığı dergiler çok görünsün diye adlarını yazacak değilim. İlk kitabım ‘Ölü Kayalar Mezarlığı’ 2011 yılında yayınlandı. Hiç memnun olmadım. Yayınevinin adını yazmadığımdan anlamışsınızdır. Akşamdan sabaha kapak değişir mi! -gizlice değişiyor valla- hem de yazarın haberi bile olmadan, redakte bozuluyor ooo neler oluyor neler Çehov’un dediği gibi ve daha bir sürü şey! Şimdi hazırda bekleyen iki şiir dosyam var üçüncüsüne çalışıyorum ama bir gün basılırlar mı açıkcası bilemiyorum. Bu yönde hiç çabam olmadı, olur mu bilmiyorum, hele şu pandemi bi bitsin de.. Güzel bahane. İki tane tiyatro oyunum var burada paylaştığım oyun sadece okumalık onu saymıyorum. Belki roman da yazarım diyorum. İşsizim, bir iş kuryım dedim büyük zarar ettim dünya kadar borca battım, evdeyim tüm zamanımı okuyarak ve yazarak geçiriyorum. Güzel bir yazar hayatı yaşıyorum aynı filmlerdeki ve kitaplardaki gibi. Tek farkım ben tanınan biri değilim. Olur muyum hiç sanmıyorum. Keza olsam bile bunu kimse bilmez çünkü ben öyle biri değilim. Gün içinde biraz mutlu olabiliyor musunuz bilmiyorum ama her gün en azından gülümseyebiliyorsanız ne ala, herkesin işi zor. Mutlu olun diyeceğim ama yine de gülümsemeye çalışın diyeyim en iyisi, iyi günler dilerim, saygılarımla.

“Gülsen” için 2 yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s