“O günlerde Gazi, Münir Hayri Egeli’yi ve Öz Soy’a emek verenleri Çankaya’ya çağırdı. Fevkalade neşeliydi, sanatçıları tek tek kutladı, Egeli’ye “tiyatro bir memleketin kültür aynasıdır yazmaya devam edelim”, dedi ve hemen daha kalıcı bir eser için kolları sıvamasını istedi. Konuyu da kendisi verdi.
Konu Bay Önder’di.
Oyunda bir şef, bir önder, bir ata olacak ve eser bu ebedi şefin hayatını sembolleştirecekti. Sonundaysa fırtınalı bir günde eşini kaybeden şef varını yoğunu arkadaşlarına dağıttıktan ve idealini gençliğe emanet ettikten sonra ebediyete karışacaktı. Gençlik Türk medeniyetini dünya medeniyetinin üstüne çıkardığını haykırırken piyes bitecekti. Münir Hayri Egeli bu talep üzerine Bay Önder’i yazıp getirdi, artık adı ATATÜRK olan gazi iki gece sabaha kadar bu piyes üzerine çalıştı, taslağın üzerine kendi el yazısıyla notlar aldı. Özellikle Bay Önder karakteri üzerinde durdu, onun büyük bir şef gibi konuşmasını istiyordu. Sahnenin renklerini mavi kırmızı ve altın sarısı olarak belirledi, oyundaki bazı teşbihleri yeniden yazdı, “göklerden yıldızları toplasam” ifadesini “sulardan ışıkları toplasam” şeklinde düzeltti. Erkeklerden “bay” kadınlardan “bayan” şeklinde söz edilmesini istedi. Bey, Efendi, Hanım sözcükleri artık tarihe karışmalıydı. Çalışmasının sonunda kendisine gönderilen kopyanın üzerine tekrar okunup düzeltilmeli yazıp, geri yolladı. İki kez daha düzeltmeler yaptı sonunda Bay Önder, düzeltilmiş haliyle 1934 yılında Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin yıl dönümünde sahnelendi.” Bu aynı zamanda ilk dramaturgi çalışması olarak türkçede kayıtlara geçecekti.
Milliyetçilik kelimesi düşünüldüğünde herkesi bir araya getirecek sözmüş gibi düşünülür, Fransız İhtilali bu düşünceyi belirlediği için böyle olabilir, fakat gerçekte özellikle 2010’lardan sonra dünyanın hiçbir yerinde böyle olmadığı en azından duygu olarak dahi olmadığı ortaya çıktı. Belki bu tarihi çok daha geriye çeken olabilir, çeksinler de fakat tam da bugün 2010 doğru bir kesittir. Tarihsel olarak kimin nereye çekeceği konusunda herkese saygılıyım. Ama lütfen Fransız İhtilali günlerine geri dönmeyelim ya da bu yazının içeriğinde bahsi geçecek olan Orta Asya “Oğuzlar” tarihine dönmeyelim. En başından hatırlatmak isterim ben tarihçi değilim, dolayısıyla bu yazı da akademik bir yazı asla değil, kıymetli hocalarımıza ve tarih konusunda kendi hayatlarını ihmal eden değerli yazın emekçilerini ayrı tutmak isterim ve onlara saygı duyduğumu belirtmek isterim. Yukarıda alıntıladığım ve bir belgesele ait olan çalışmanın doğruluğundan emin değilim, tarih olarak. Bunu ifade ederken başta Can Dündar’a böylesi kıymetli bir çalışmayı bize sunduğu için çok teşekkür ederim. Bir tiyatro öğrencisi olarak bu belgeselden öğrendiklerimi tüm eğitim ve öğretim dönemim boyunca nadide bilgilerden olduğunu belirtmek isterim. Bu duygumu kendisine şükranlarımı ifade ederek sunmak vazifem olduğunu düşünüyorum.
İstanbul Covid virüsü sebebiyle karantina başlamadan önce yakın dostum Hurşit’le Tophane sahilinden yürüyüp Maçka Parkı’na çıkmıştık. İkimiz de uzun yıllar Şişli’de yaşamış kışın konyak içip karda kaymıştık. Maçka Parkı bizim için diğer tüm sevenleri gibi çok kıymetli bir yaşam alanıdır. Gezi Parkı eylemlerini yaşayanlar için daha kıymetli olduğunu belirtmek isterim. Yaşayan hisseden nefes alan bir park Maçka Parkı, Şişli’nin hayatı savunan en önemli yeri belki de, benzetmelerle kimseyi yormak istemem. Herkesin Maçka Parkı’nı sevdiğini biliyorum, Can Dündar’ın belgeseline ne kadar inanıyorsam o kadar hem de.
Parkı gezenler bilirler, parkta 17 Türk devleti liderlerinin büstleri bulunmakta. Bilmeyenler bu büstlere yapılan baltalı saldırıyla medyadan duymuş olabilirler, adliyeye sevk edilen saldırgan adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı, o büstlerin arasında kaçıncı sırada şimdi hatırlamıyorum, galiba sıralama da rast geleydi, Bayan HAN, Avar devletinin yanılmıyorsam ilk Kağan’ı olan Bayan Han’ın büstü de bulunmakta. Büstlere bakıp geçtikten sonra aramızda sohbet etmeye başladık. Özellikle Bay ve Bayan kelimeleri hakkında. Galiba konuyu kendim açıp yukarıdaki tiyatro alıntısını yaparak şöyle dedim, ne garip, Atatürk’ün en çok değer verdiği kişiler bugün onun koyduğu ismi beğenmiyorlar, bugün yaşasaydı böyle olmazdı elbette bu başlı başına bir hüzün öyküsü. Şöyle anlatayım; Mustafa Kemal’in daha öğrencilik yıllarında okuduğu kitapların çeşitliliğini herkes bilir, ve kendi yazdığı eserlerde de bu birikim ortadadır, harf devrimi inkılaplar bir gecede ortaya çıkmamış yılların birikimiyle kesin olarak hayata geçmiştir, çalıştığı notların, okuduğu kitaplar üzerindeki notların, bir dramaturg titizliğiyle ele alınmış ve hayal gücüyle yoğrulmuş eserlerdir. Can Dündar’da çalışmasında ilk dramaturg diye bir ifadeye büründürüyor kendisini, bir oyun metni üzerinde çalışması ve bu titizliği onun bu saygınlığı elinde bulundurmasına yeter bir ölçü gerçekten. Peki bugün bir kadın bayan kelimesinden, belki rastgele ifade edildiği için belki tuhaf bir hitap olarak algılandığı için ama nerden bakılırsa bakılsın hoş karşılanmadığı için sevilmiyor. Bay belki hiç öyle değil.
Ama şunu bilmek lazım, “Bayan” demek “zengin” demektir. Moğolcada ve eski Türk unvanlarında var olan bir kelimedir. Fakat eski Türkçede yoktur. Bunun yerine Türkler, “Bay” yani “zengin” sözünü kullanmışlardır.
Gerek Nutuk’u okuyanlar gerek Mustafa Kemal ATATÜRK ile ilgi kitaplar okuyanların hemen fark edeceği bir nedenden dolayı, belki tartışmalı olacak Bay Önder isimli oyun üzerine yaptığı dramaturgi notlarından şunu ileri sürebiliriz, belki de bu düşünce onun aslında kendini övmediğini bu meselenin aslında kendiyle hiç ilgisi olmadığını bize gösterebilir. Buraya kadar bir dramaturg olarak dilim döndüğünce nasıl yazmaya çalıştıysam bundan sonrasında da aynı özveriyle yazmak isterim. Ve ister istemez kanaatimi ifade etmek isterim:
‘Suriye günlerinde miydi yanlış söylemeyeyim, Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam serisinin belki de ilk cildinde yer alıyor bu anekdot. Bar gibi bir yere sırtında odunlarla gelip içecek isteyen kadına, bardaki şahsın (erkek) içecek vermemesi üzerine kadın masaya elini vuruyor ve içeceğini istiyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal’in işte bizim kadınımız da böyle olmalı, diyor. Bazen küçük olaylar tarihin akışını değiştiriyor, medeniyetler hep böyle ufak anekdotlarla biçimlenebiliyor. Bu benim için hep en devrimci Osmanlı paşası tavrı olmuştur, çok paşa tanımadığım için üzerinde durmak istemem. Ama belirleyici olmuştur.
Kendi insanlarının özverisini gayretini görmüş biri olarak bir tiyatro oyununda mr, mss gibi hitapların üzerini çizip hayır bizim insanımız kadın erkek fark etmez zengindir demek istemiş olabilir. Bu hitapları da tarihin unutulmuş bir köşesinden eski Türkçeden alması bana hiç şaşırtıcı gelmiyor, aksine çok kıymetli ve değerli buluyorum. Bugün Atatürk’ün harf devrimi sırasında kazandırdığı unutulmuş eski Türkçe kelimelerin çoğunu kullanıyoruz. Kimisi şehirlerimizin ismi.
Elbette siz bilirsiniz ama düşünelim isterim yine de. Hepimiz bu ülkenin zenginliğiyiz belki de en büyük zenginliği bizleriz.
Ali Aydemir
(Dipnotlarımı buraya koyamadım niyeyse, uğraştım ama olmadı. İznim olmadan alıntı yapılmazsa sevinirim)