Biz Hayvanlarla Aynı Tarihi Paylaşıyoruz

biz hayvanlarla aynı tarihi paylaşıyoruz,
bir yere varmak neden uzun sürsün başka, aynı umutsuzluk,
aynı korku ve aynı korkunç geceler,
ihanetle suçlamaktan vazgeçtiğimiz her şey yani.

bilmezlikten gelmek seçenektir, kırk at tek nal
davun yılının habercisi kılıçların yere saçtığı kanlar
durma takip et, başarısız bir şiiri peşi sıra
hakkın hep senin, bizim orada yani aslında şurada,
pangaltı’da değil, küçükler için söylenmiş bir söz durur. göğe atılma.

durma takip et, suçla bir şeyleri. bir nehrin yatağına saldır,
üvey kalbini sök hançerinle, kol kaslarına güven, 
geçebilirsin bu nehrin ötesine öyle vaat ettin
fakat çalınabilirsin şarkı söylediğin için, haydutlar içinde bir haydut
sen şair olansın, takındığın pırlantalar arasında en gösterişlisi
mutsuz halinde bu işte senin. fısıltıyı bırak, daha yükselt sesini.

nehrin sarp yerleri karanlıktır, kaygan kayalıktır, aysız ve yıldızsızdır
deli çakallar insan boyunda zebanidir, kurtları düşürürler tuzaklarına
ve ordularıyla dolaşan domuzları
bu kara karada, seslerin ardışık halde sustuğu
ışıkların kendi içine kapandığı, yerin ve göğün gücendiği
sen durma seslen
bu alacakaranlıkta pur toprağa basan
ayaklarından başka, bir de bakışlarından, affedeceğin kimse yok.

affet kendini, bağışla ve kavak
ağaçlarına tutunma kırkını geçtikten sonra.

böyle geceler için silahın, tetikçilerin, mühimmatın ve baş parmağın
kibar, kentli aklın, vurdumduymaz tavrın, korkusuz bakışların
yalnızsın, durma çağır onları, duyduğun her çıtırtı ürpertiyor seni

böyle karanlık gecelerde duyduğu şeylere katılan halklar gibi
sende duymaktan korkarsın, koklamaktan korkarsın,
her şey hep yaklaşıyor gibidir ve her şey hareket halinde,
tehdit içerir hep ama hep uyanmak istersin. insanın uyanabileceği bir
uykusunun olması bir şey değil mi? Düşün,
bir uykun olsaydı kendini çimdikleyip dürtmez miydin?
kara kara’da akşam, nehir sandığın bir dere, ulak sandığın
baş parmağın, söktüğün kalbin ve sen bir cesetsin,
artık korkmayı bırak.

biz hayvanlarla aynı arabistan’ı ve coğrafyaları paylaşıyoruz,
aynı örümcek ağını aynı spirali, aynı doğal akortları,
aynı muhteşem armonileri ve aynı kuşkuyu paylaşıyoruz

söze nerede başlayacağını unuttuğundan beri peşine
düştüğün tarihçi, yalan konuşuyor
kimin nerede bileğini keseceğinden,
ve muhteşem evetinden sonra
tatsız ve neşesiz seni alkışlıyor

katırların ahını aldın sen
çocukların adını kullandın sen
öfkenle dilime küfrettin sen
meramını açık ettin sen
kervana hile sen, gafil sen
karanlıkta hicivken yolunu kaybeden sen

biz hayvanlarla aynı duyguyu paylaşıyoruz
aynı ferahfeza taksimini aynı saz semaiyi
aynı yere varmak uzun sürüyor bu yüzden
aynı anda adım atmak, ne fazla ne az
düşünüyorsak ihtimal arıyoruzdur
düşüyorsak kalkıyoruzdur,
doğumlar, ölümler
pişmanlıklar, sevinçler
aynı anlamın kelimeleri acelesi olmayan.

durup durup yürüyoruz
hayvanların arasında
insanlarla
yarın varacağımız o yere
seni çağırmıyoruz

Ali Aydemir

Yayınlayan

Ali Aydemir

Ali Aydemir. 1981 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluğum İstanbul’da geçti taki bir trafik kazasına kadar. 1986 yılında Çernobil bulutlarıyla beraber Karadeniz’e geldik ailemiz bir kişi eksilmiş halde. İlk ve orta öğrenimimi Giresun’da tamamladım, lise son sınıfı bir işçi olarak Fiskobirlik Entegre Tesislerinde geçirdim, o dönem işçileri yakından gözlemledim, Markizm ile tanışmam böylece ete kemiğe büründü. Sonra Niğde Üniversitesi’nde Turizm Meslek Yüksek Okulunu bitirdim. Kapadokya hayatıma inanılmaz şeyler kattı, orada büyülendim. Devlet memuru olarak Bolu’ya atandım, gitmedim. Politik bir insana dönüştüm. Turizmin bir çok departmanında çalıştıktan sonra bu sektörün ruhumla hiç uyuşmadığını fark ettim ve mesleği bıraktım, biraz dışardan işletme okuyayım dedim, serbest bir öğrenci olmayı beceremedim. Uludağ Ünversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü sınavına girdim ve Dramatik Yazarlık Ana Bilim Dalını kazandım, hakkımda açılan kamu davası nedeniyle ki vatana ihanetten yargılanıyordum, sırf askere gitmediğim için, askere alındım, okul hiç müdahil olmadı. Neyseki Antakya’da tüm hakları elinden alınmış biri olarak askerliğe başladım, Turizimci ve de sanat okulu öğrencisi olduğum için ve Antakya turistik bir yer olduğu için beni rehber olarak görevlendirdiler, 4 tane Genel Kurmay Komutanını, Suriye Genel Kurmay Komutanı’nı, Suriye Kuzey Orduları Komutanı’nı, 2. Ordu Komutanını ve bir sürü Orgenerali ve Korgenerali gezdirirken vatana ihanetten yargılanmaya devam ettim. 2. Hudut Alay Komutanlığı’nın tarihçesini yazdım bu esnada, sonra aldığım ceza belli oldu, 3 ay hapis cezası aldım, paraya çevirince terhis olabildim. Askerden sonra okula döndüm, istekle başladım ve morali bozuk bir şekilde okuldan ayrıldım. Sanat okullarının başta öğretim kadrosu ve verilen eğitim beni çok üzdü. Sanat okullarının hala bu halde olmasına çok üzülüyorum. Liyakatin olmadığı bir ülke. Çok üzücügerçekten. Geziye katıldım, Soma’da bulundum vs. İşsiz kaldım. İnsan sanat okullarına güvenmemeli. Tüm bu dönemde İstanbul şehrinin ve Ankara’nın güzel şairleriyle Duvar dergisini çıkarmaya başladık, adını ben koydum, çok sesin olduğu yerde demokrasi maalesef görkemli olmuyor, duvar dergisinden ayrılıp Natama dergisini kurduk, 3 güzel yıl geçirdik beraber sonra oradan da ayrıldım. Çünkü Natama dergisi yayın hayatına devam etmemeliydi, uzun süre yayında kalan dergilerin düştüğü tuzak çıkış manifestosunun yani kendisinin reddi anlamına gelmekteydi. Arkadaşlarımın dergi çıkarmasına seviniyorum ama keşke bunun adı Natama olmasaydı. Keşke Natama yayın hayatına son verecek kadar da cesur olabilseydi. Neyse arkadaşlarımı seviyorum. Yolları açık olsun. Sonra işte dergicilikten böylece soğumuş oldum. Şiirlerim; Natama, Sözcükler, Duvar gibi dergilerde yayımlandı. Aslında daha bir çok dergide yayımlandı ama o dergilerin adını ağzıma almadığım için buraya yazmak istemiyorum. Gerek yok. Sırf şiirlerimin yayımlandığı dergiler çok görünsün diye adlarını yazacak değilim. İlk kitabım ‘Ölü Kayalar Mezarlığı’ 2011 yılında yayınlandı. Hiç memnun olmadım. Yayınevinin adını yazmadığımdan anlamışsınızdır. Akşamdan sabaha kapak değişir mi! -gizlice değişiyor valla- hem de yazarın haberi bile olmadan, redakte bozuluyor ooo neler oluyor neler Çehov’un dediği gibi ve daha bir sürü şey! Şimdi hazırda bekleyen iki şiir dosyam var üçüncüsüne çalışıyorum ama bir gün basılırlar mı açıkcası bilemiyorum. Bu yönde hiç çabam olmadı, olur mu bilmiyorum, hele şu pandemi bi bitsin de.. Güzel bahane. İki tane tiyatro oyunum var burada paylaştığım oyun sadece okumalık onu saymıyorum. Belki roman da yazarım diyorum. İşsizim, bir iş kuryım dedim büyük zarar ettim dünya kadar borca battım, evdeyim tüm zamanımı okuyarak ve yazarak geçiriyorum. Güzel bir yazar hayatı yaşıyorum aynı filmlerdeki ve kitaplardaki gibi. Tek farkım ben tanınan biri değilim. Olur muyum hiç sanmıyorum. Keza olsam bile bunu kimse bilmez çünkü ben öyle biri değilim. Gün içinde biraz mutlu olabiliyor musunuz bilmiyorum ama her gün en azından gülümseyebiliyorsanız ne ala, herkesin işi zor. Mutlu olun diyeceğim ama yine de gülümsemeye çalışın diyeyim en iyisi, iyi günler dilerim, saygılarımla.

“Biz Hayvanlarla Aynı Tarihi Paylaşıyoruz” için 3 yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s