LEVİATHAN

Klişe bir ifadeyle 2014’ün en iyi filmi Leviathan. Klişeyi daha da güçlendirebilmek mümkün: 2014 yılında izlediğim en iyi film Leviafan (Leviathan).
Cannes’dan en iyi senaryo ödülüyle ayrılan film, en iyi film kategorisinde az farkla Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmine geçildi fakat Oscar Akademi film ödüllerinde en iyi yabancı film kategorisinde yarışma hakkı kazandı. En iyi yabancı film ödülünü alamadı belki ama tüm dünyaya “güçlülerin yıkıcı gücünü ve devletlerin kötülüğünü” en basit hikâyeyle anlatmış, duyurmuş oldu.
Ne demek Leviathan:
Tevrat ve İncil’de kötülüğü temsil eden bir su canavarının adı olarak geçer (afişteki iskelet). Bu kavram 1651 yılında rasyonalist ve ‘iktidar’ yanlısı Thomas Hobbes’un ünlü “Leviathan” (Devlet) kitabında mutlak egemenliği ifade eder ve egemenliğin tek bir elde toplanması gerektiğini savunur. Hobbes mutlak egemenlik savunucusudur. Üstün egemen gücünden bahseder. Uyum onun sağlığı, toplumsal kargaşa onun hastalığı, iç savaş ise onun ölümü demektir. Aristo’nun aksine politik toplumun tabii bir olgu olmadığını savunur. Onun için “politik toplum, çıkarcı bir hesaplaşmanın yapay ürünüdür.” Egemenlik bir sözleşmeye dayanmaktadır. Ancak yöneten ile yönetilenler arasında yapılmış bir sözleşme olmayıp, yönetene tabi olmaya terk edilmeyi kararlaştıran bireyler arasındaki sözleşmedir. Sözleşme egemenliğin sınırlarını yani egemenliği oluşturmaktadır. Hobbes kuvvetler ayrımını eleştirmekle kalmaz yerine mutlak egemenliği savunur. Baştan sona mutlak krallığı savunmuş, gücün tek bir elde toplanmasını arzu etmiştir. Vesayetin babadan oğula geçtiği kuvvetli bir monarşi yanlısı, savunucusu olmuştur. Karma yönetimlere her zaman şiddetle karşı çıkmıştır. Hobbes sözleşme ile terk edilen egemenlik, devlete geçtikten sonra artık kargaşalık ve huzursuzluk söz konusu olmaz tezini savunmuştur. Devlet ve onun meydana getirilmesi ve onun siyasi iktidar ile özleştirilmesi onu çok ilgilendirmiştir. İktidarın temelinde bunu istemiş ve sonuçta da “mutlak devlet” doktrinini geliştirmiş ve savunmuştur.
Thomas Hobbes bu kavramı “Leviathan: Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Kudreti” isimli kitabında şöyle açıklıyor:
“Onları (vatandaşları) yabancıların istilasından koruyabilmenin, birbirlerine zarar vermekten engellemenin, kendi sanayilerini ve yeryüzünün meyvelerini güvence altına almanın yolu bütün gücü ve kudreti bir tek insan ya da insanların meclisine vermektir… (Toplumda yaşayan) İnsanlar birbirlerine ‘Ben haklarımdan vazgeçiyorum ve tüm haklarımı bu insana ya da insanların meclisine veriyorum’ demelidirler. Böylece bütün güç ve kudret tek bir insanda toplanır. Bu devlet ya da Latince civitas olarak adlandırılır. Bu büyük Leviathan’ın doğması demektir.”
Moskova Oscar adayı Rus filmi Leviathan’a öfkeli haberini Bbc, “masrafının yüzde 35’i devlet fonuyla sağlanan filmin daha Rusya’da gösterime girmeden Altın Küre ödülü almasını ve Oscar’a aday gösterilmesini duyurduğu haberde, bazı Ortodoks grupların gösterimin yasaklanması için uğraştığını, bir milletvekilinin masrafların geri alınması istediğini manşetlerine taşırken, Rusya Kültür Bakanı’nın filmin yönetmeni Andrey Zvyagintsev’i “kırmızı halıların, ödüllerin peşinden koşmakla, çıkarcı olmakla” suçladığı demeçlerine yer verdiği haberinde 4 Haziran 2004’te ABD’nin Colorado eyaletine bağlı Granby kasabasında uzun yıllar unutulmayacak bir olayı filmin konusu üzerine tekrar okuyucularıyla paylaştı:
“Bir gün bir kasabada…
52 yaşındaki Marvin Heemeyer adlı otomobil tamircisi, yerel yönetim ile ihtilafa düştü.
Heemeyer, arabasının yanına haksız yere bir çimento fabrikası yapılmasına izin veren belediyenin “güçlünün yanında yer aldığını” düşünüyordu.
Yalnız adamın hak ve hukuk mücadelesi sonuç vermedi, hatta işyerine 2 bin 500 dolar da ceza kesildi. Heemeyer sonunda radikal bir karar verdi:
Bir buldozer satın alıp çelik levhalarla zırhlı hale getirdi. Mitolojiden çıkma korkunç bir canavara benzeyen buldozeriyle kasabada önüne gelen binaları yıkmaya başladı. Polisin patlayıcı ve kurşun kullanması da onu durduramadı.
Sonunda Heemeyer enkazın altında sıkışan buldozerde, kafasına bir el ateş ederek intihar etti.
Medyada uzun süre, “güçlülerin yanında yer alan yöneticiler yüzünden hakkını alamayan bir adamın isyanı” konulu haberler çıktı.”
Bu yaşanmış gerçek hikayeyi Rusya’da bir kasabaya uyarlayan Andrey Zvyagintsev, Heemeyer’in trajedisinden bir senaryo ortaya çıkarıp, Rusya’nın kuzeybatısında Barents Denizi kıyısındaki Murmansk’ta filmini çekiyor.
Filmde, köyde ailesiyle zorlu bir yaşam mücadelesi veren Nikolay’ın, evini ve arsasını ele geçirip kendi yakınlarına peşkeş çekmek isteyen rüşvet ve yolsuzluğa batmış bir yerel yönetici ile mücadelesini anlatıyor.
Leviathan fimi, Altın Küre ödüllerinde en iyi yabancı film seçildi, Londra Film Eleştirmenleri Birliği en iyi film ödülünü aldı.
Filmde kutsal öykülere atıf yapılırken, Ortodoks kilisenin güçlülerle olan yakın ilişkisi ve birliğinin yanı sıra, sosyal ve politik yozlaşmanın, iktidar erkini kendi çıkarları içinde kullanan yöneticilerin acımasızlığının, hak ve hukuk mücadelesi verenlerin başına gelen dertlerin boyutları anlatılıyor.
Filme Rusya’da eleştiriler henüz bitmiş sayılmaz. Tepkilerin odak noktasını da Ukrayna krizi oluşturuyor. Ukrayna yüzünden Batı ile yeni bir soğuk savaş yaşadığı dönemde ülkenin aleyhinde propaganda aracı olarak kullanıldığı konuşuluyor.
Yine Bbc haberine göre, filmi izlediğini söyleyen Rusya Kültür Bakanı Vladimir Medinski sert eleştirilerini sürdürüyor. Bakan, “Benzer bir film gerçek öykünün yaşandığı Colorado’da ya da Paris’in Arap mahallelerinin birinde veya güney İtalya’nın deprasip bölgelerinde çekilebilirdi ama yönetmen Batı’dan bu kadar prestijli ödülü zor alırdı” diyerek neredeyse yönetmeni vatan hainliğiyle suçlayıp, ona karşı bir linç çağrısında bulunmayı ihmal etmiyor. Medinski “mevcut yönetime tüküren bir film halkın vergileri ile çekilmemeli” diyerek aslında filmin eleştirisini savunmayı da ihmal etmiyor.
İktidarı eleştirmenin yasak olduğu yönetim şekillerinden insanın aklına çok fazla bir seçenek gelmiyor doğrusu.
Aynı haberde St. Petersburg’da yerel parlemento üyesi Vitali Milonov’un Leviathan filmine devlet fonundan verilen paranın geri alınması için Başbakan Dmitri Medyedev’e mektup yolladığı, ayrıca, Rus Ortodoks derneklerinden birinin, filmin gösteriminin yasaklanması için kültür bakanlığına başvurduğu da yer alıyor. Kremlin yanlısı ünlü politik analist Sergey Markov’a göre film “Batı’nın gözüne girmek isteyen, anti-Putin sinema manifestosu. Soğuk savaşın bir parçası”.
Anlaşılan o ki, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında birinci soğuk savaş dönemine karşı takındığı eleştiriler nedeniyle bir daha ülkesinde film çekemeyen Andrey Tarkovski’den sonra bir yönetmen daha topun ağzında.
Rusya devlet 1. Kanalı ORT’ye verdiği son demeçte yönetmen Andrey Zvyagintsev film ile ilgili kendisine yöneltilen eleştirilere karşı yaptığı açıklamada, önce çuvaldızı kendine, iğneyi de tüm dünyaya batırdığını şu sözlerle açıklıyor. Yeterli olur mu bilinmez, yoksa ikinci bir Andrey hüznü mü yaşarız o da bilinmez: “Bu film 145 milyonluk bizi (Rusya’yı kast ediyor) değil, 7 milyar kişilik bizi (tüm dünyayı)anlatıyor. Kötülük her yerde”

Ali Aydemir

Yayınlayan

Ali Aydemir

Ali Aydemir. 1981 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluğum İstanbul’da geçti taki bir trafik kazasına kadar. 1986 yılında Çernobil bulutlarıyla beraber Karadeniz’e geldik ailemiz bir kişi eksilmiş halde. İlk ve orta öğrenimimi Giresun’da tamamladım, lise son sınıfı bir işçi olarak Fiskobirlik Entegre Tesislerinde geçirdim, o dönem işçileri yakından gözlemledim, Markizm ile tanışmam böylece ete kemiğe büründü. Sonra Niğde Üniversitesi’nde Turizm Meslek Yüksek Okulunu bitirdim. Kapadokya hayatıma inanılmaz şeyler kattı, orada büyülendim. Devlet memuru olarak Bolu’ya atandım, gitmedim. Politik bir insana dönüştüm. Turizmin bir çok departmanında çalıştıktan sonra bu sektörün ruhumla hiç uyuşmadığını fark ettim ve mesleği bıraktım, biraz dışardan işletme okuyayım dedim, serbest bir öğrenci olmayı beceremedim. Uludağ Ünversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü sınavına girdim ve Dramatik Yazarlık Ana Bilim Dalını kazandım, hakkımda açılan kamu davası nedeniyle ki vatana ihanetten yargılanıyordum, sırf askere gitmediğim için, askere alındım, okul hiç müdahil olmadı. Neyseki Antakya’da tüm hakları elinden alınmış biri olarak askerliğe başladım, Turizimci ve de sanat okulu öğrencisi olduğum için ve Antakya turistik bir yer olduğu için beni rehber olarak görevlendirdiler, 4 tane Genel Kurmay Komutanını, Suriye Genel Kurmay Komutanı’nı, Suriye Kuzey Orduları Komutanı’nı, 2. Ordu Komutanını ve bir sürü Orgenerali ve Korgenerali gezdirirken vatana ihanetten yargılanmaya devam ettim. 2. Hudut Alay Komutanlığı’nın tarihçesini yazdım bu esnada, sonra aldığım ceza belli oldu, 3 ay hapis cezası aldım, paraya çevirince terhis olabildim. Askerden sonra okula döndüm, istekle başladım ve morali bozuk bir şekilde okuldan ayrıldım. Sanat okullarının başta öğretim kadrosu ve verilen eğitim beni çok üzdü. Sanat okullarının hala bu halde olmasına çok üzülüyorum. Liyakatin olmadığı bir ülke. Çok üzücügerçekten. Geziye katıldım, Soma’da bulundum vs. İşsiz kaldım. İnsan sanat okullarına güvenmemeli. Tüm bu dönemde İstanbul şehrinin ve Ankara’nın güzel şairleriyle Duvar dergisini çıkarmaya başladık, adını ben koydum, çok sesin olduğu yerde demokrasi maalesef görkemli olmuyor, duvar dergisinden ayrılıp Natama dergisini kurduk, 3 güzel yıl geçirdik beraber sonra oradan da ayrıldım. Çünkü Natama dergisi yayın hayatına devam etmemeliydi, uzun süre yayında kalan dergilerin düştüğü tuzak çıkış manifestosunun yani kendisinin reddi anlamına gelmekteydi. Arkadaşlarımın dergi çıkarmasına seviniyorum ama keşke bunun adı Natama olmasaydı. Keşke Natama yayın hayatına son verecek kadar da cesur olabilseydi. Neyse arkadaşlarımı seviyorum. Yolları açık olsun. Sonra işte dergicilikten böylece soğumuş oldum. Şiirlerim; Natama, Sözcükler, Duvar gibi dergilerde yayımlandı. Aslında daha bir çok dergide yayımlandı ama o dergilerin adını ağzıma almadığım için buraya yazmak istemiyorum. Gerek yok. Sırf şiirlerimin yayımlandığı dergiler çok görünsün diye adlarını yazacak değilim. İlk kitabım ‘Ölü Kayalar Mezarlığı’ 2011 yılında yayınlandı. Hiç memnun olmadım. Yayınevinin adını yazmadığımdan anlamışsınızdır. Akşamdan sabaha kapak değişir mi! -gizlice değişiyor valla- hem de yazarın haberi bile olmadan, redakte bozuluyor ooo neler oluyor neler Çehov’un dediği gibi ve daha bir sürü şey! Şimdi hazırda bekleyen iki şiir dosyam var üçüncüsüne çalışıyorum ama bir gün basılırlar mı açıkcası bilemiyorum. Bu yönde hiç çabam olmadı, olur mu bilmiyorum, hele şu pandemi bi bitsin de.. Güzel bahane. İki tane tiyatro oyunum var burada paylaştığım oyun sadece okumalık onu saymıyorum. Belki roman da yazarım diyorum. İşsizim, bir iş kuryım dedim büyük zarar ettim dünya kadar borca battım, evdeyim tüm zamanımı okuyarak ve yazarak geçiriyorum. Güzel bir yazar hayatı yaşıyorum aynı filmlerdeki ve kitaplardaki gibi. Tek farkım ben tanınan biri değilim. Olur muyum hiç sanmıyorum. Keza olsam bile bunu kimse bilmez çünkü ben öyle biri değilim. Gün içinde biraz mutlu olabiliyor musunuz bilmiyorum ama her gün en azından gülümseyebiliyorsanız ne ala, herkesin işi zor. Mutlu olun diyeceğim ama yine de gülümsemeye çalışın diyeyim en iyisi, iyi günler dilerim, saygılarımla.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s